Yusuf Deren

Kendi mektubunun postacısı kadın yazar... Maliye müfettişinden rüşvet isteyen yazar... Otuz bin liralık abone bedelini toplayabilmek için üç yüz bin liralık yolculuklara çıkan bayan editör…

Blok halinde bir alıntı yaparak yazı kotarmak iyi bir şey değil, biliyorum. Hele ki böyle aylık bir dergide bunu yapmak pek hoş olmasa gerek. İlk ve son olsun, affınıza sığınarak bu sayıdaki yazımı Cemal Süreya’ya yazdıracağım. Beş senede bir beş yüz adet basılan bir kitabın sarı yaprakları arasında kaybolsun istemedim aşağıdaki satırlar. Cemal Süreya’nın günlüklerinden* 541. gün. Yıl, 1986 olması lazım. Okuyalım (mı?):

“İki düşünceli, üç düşünceli adamlar var. Bir düşüncesiyle düne kadar getirdikleri yargıları bir anda değiştiriverirler; saklı tuttukları (kimi zaman da unutmuş oldukları) ikinci, üçüncü düşünceye dayanmaya başlarlar.

Daha ilgincine de rastladım. Adam, bir kooperatifin genel kurul toplantısında yönetim kurulunu, özellikle de başkanı devirmek için kürsüye çıktı; söze öyle başladı, bir iki dakika o minval üzere konuştu; derken, birdenbire düşünce değiştirdi (belki de bir sözcüğün çağrışımına kapıldı) ve yönetim kurulunu, (özellikle de başkanını) övmeye başladı. Onsuz yapılamazdı, ona yeni olanaklar ve yeni zaman tanımak gerekirdi.

Bir dergide yayımlanmış yazısını övmek için takma adla aynı dergiye yeni yazılar yazanlar…

Yayımlanmış (ve elden geçirilmiş) ilk şiiri en başa konulmadığı için dergi yöneticisiyle kavgalanan yaşlı şairler…

Duygu değiştirenler. Üç günde. Duygu değişir mi?

Bir eleştirmene üç gün önce gerçekten küfredip de üç gün sonra gerçekten hayran olanlar. Ve bunun çevrimsel olarak yinelenip durması…

Yoksul görünmek için çırpınanlar…

Ömürlerinde tek satır yazmadıkları halde, gerçek bir yazar hayatı, hayır, “yaşamı” sürenler…

Aile şairleri…

Kişiyi, “Kendinize yargıç olunuz!” diyerek sükûnete davet eden dağıtımcılar…

Kendi mektubunun postacısı kadın yazar…

Maliye müfettişinden rüşvet isteyen yazar…

Otuz bin liralık abone bedelini toplayabilmek için üç yüz bin liralık yolculuklara çıkan bayan editör…

Kucağınıza tabloyu bırakıp kaçan, böylece de ‘resim sattı’ olan ressamlar…

Eşek Ali…

Bir derneğin yönetim kurulunda genel sekreter olarak bulunan, yönetim kurulu düştükten sonra da, derneğin antetli kağıtlarını evinde saklayan, bunlarla genel sekreter olarak dış ülkelerin aynı alandaki temsilcilikleriyle yazışan ve bir sürü ülkeye çağrılı olarak gidenler…

Toplantılara yapıtları hiç okumadan gelen jüri üyeleri… Yüz öyküleri varsa, bunları çeşitli düzenlemelerle ayrı ayrı yan yana getirip elli ayrı kitapmış gibi yayımlamanın biçimini bulmuş sanatçılar…

İstanbul’dan Ankara’ya gittikten sonra arkadaşına şöyle yazanlar: “Moskova’da havalar iyi gidiyor. Bilmem sizler şimdi Leningrad’da ne yapıyorsunuz?” Yemekte alaturkayı susturup klasik müziği açtıran müziksever romancılar…

1968 Ankara güzeliyle nişanlanıp da, sonradan kız yalan söyledi diye (1969 ikinci güzeliymiş) ayrılan Devlet Tiyatrosu aktörleri…

Dergikıranlar…

Ankara’da çok ünlü olup da İstanbul’da hiç bilinmeyenler…

Yirmi yıl önce “A.Kadir artık şiiri bıraksın” deyip bugün övenler. Hem de toplumcu…

Aruz bilmeyen Divan Edebiyatı uzmanları…

Yönettikleri dergide, “Şu kişiye karşı yazarsanız, şiirinizi basarım” diyen dergi yönetmenleri…

Bu dizin uzar gider…

* Günler, YKY, 2. baskı Nisan 2002


GENÇ'ın Yazısı.