Mehmet Emin Kul

20 yıl düşünüp 20 hafta kalmaya niyet edip 20 günde dönülen Londra macerasının takdimidir. Şunu biliyoruz ki kâinatta hiçbir şey kaybolmuyor, ne bir ses ne bir hareket ne bir an, külli irade tüm bunları yok olmayacak şekilde depoluyor. Buna bağlı olarak tüm yaşanan hadiseler, olaylar, iyilikler ve kötülükler geçtiği mekânlarda bir iz bırakıyor. Bu sadece görünen mekânlara aitse bunları tarihi eserler olarak gözünüzle görüyorsunuz ama bıraktıkları ferahlık ya da kasvet ancak hislerle algılanabiliyor. Haram parayla gelen bir ikramın sizi rahatsız etmesi, üzerinde ah olan bir malın hayır getirmemesi, bulunduğunuz yerin size sıkıntı vermesi gibi durumlar çok kişi tarafından yaşanan duyuşlardır.

Düşünün ki gittiğiniz yer dünya sömürü düzeninin başladığı, yüzyıllarca nerdeyse tüm dünya insanlarının mallarının, canlarının, emeklerinin; gasp edilerek, sömürülerek aktarıldığı ve bu sayede imar edilen, zenginliğinin temelinde haksız yere akıtılan milyarlarca insanın kan, gözyaşı ve terinin olduğu hakka karşı düzenin şimdiden bir önceki merkezi olan Londra. İşin tarihi ve siyasi boyutlarını anlatmaya güç ve sayfa takatimizin yetmeyeceğinin bilinciyle girizgâhı bu kadar tutup, bugüne geçelim.

Ülkemizdeki bu kuraklık günlerinde yağmurun bir rahmet olduğunu idrak ettikten sonra güneşli ve yağışsız havanın da başka bir rahmet olduğunu bu şehirde aynel yakin müşahede ettik. Öyle bir yer ki; insanlar yaz ortasında haftalarca yağmurun dinmesini bekliyor. Gazeteler haftalar öncesinden 17 Temmuzda hava güneşli olacak diye haber yapıyor, bu hafta sonu güneş görünecek söylentisi toplum üstünde, “duydunuz mu askerlik kısalıyormuş” etkisini oluşturuyor. Neredeyse; papazlar cemaat bulsalar, temmuz ortasında güneş duasına çıkacak. Bir de buranın havanın saat üçte karardığı kışını düşünün.

Oksfort sitirit (Oxford street) denen cadde kilometrelerce uzayan iki tarafında dünyanın en ünlü ve bilinen marka ve dükkânlarının olduğu Londra’nın alışveriş merkezi. Burada yürürken bir müddet sonra kendinizi, ikiye ayrılan kızıldenizin ortasındaymış ve her an binaların kapanıp sizi imansız yutacakmış hissine kaptırıyorsunuz. Bu hale yol açan birkaç sokak ötede ayette bahsedilen ve müzede sergilenen çürümemiş firavunun tesiri de olabilir. Şehrin merkezinde bu hissiyata kapılırken, ikamet ettiğimiz dış bölgelerde eski bina ve insan sız bomboş sokakları görünce tek tük geçen yaşlı insanlara bakıp acaba buralar darulacizenin büyütülmüş hali mi diyesiniz geliyor. Buralardan şehrin merkezine gelirken ya iki katlı otobüsleri ya da ünlü Londra metrosunu kullanıyorsunuz. Otobüsle bazen iki saatte alınan 30 km lik yol metroyla en az bir saat sürüyor, sakın bu metronun ününe aldanıp konforlu bir yolculuk yapmayı beklemeyin, bir trenin anca sığacağı deliklerde 1970 yapım havasız vagonlarda yüz senelik yağlı merdivenlerde koştura koştura aktarma yapacağınız yeri bulmaya çalışıyorsunuz. Her an soyulma ya da saldırı korkusu da cabası. Aklımıza ister istemez o küçümsediğimiz birkaç duraktan oluşan gıcır gıcır İstanbul metrosu gelince, boyutun değil işlevin önemli olmasının çok doğru bir tespit olduğunu düşünüyorsunuz. Tüm bunlara rağmen nasıl yılda 60 milyon insan buralara geliyor, gelirin üçte biri turizm ve dil eğitiminden kaynaklanıyor diyebilirsiniz; buyrun Londra’ya gitmek için on sebep:

Londra’ya Gitmek İçin On Sebep

1. İngilizcemizi geliştirmek:

Gitmeden öncesine göre daha iyi olacağı kesin ama sınıf arkadaşlarınız sayesinde Japonca, Korece, Rusca, Arapça gibi bilumum doğu dillerine daha hâkim olacağınızı unutmayın.

2. Times nehri:

Nurettin Sözen döneminin haliç’ini merak edenler ve kahverenginin tüm tonlarını sevenler; mutlaka görmeli.

3. İngiliz mutfağının lezzetli yemekleri:

Fish and cips, tost and jam, brokoli and karnabahar(haşlanmış) seviyorsanız hiç durmayın.

4. Sınır ötesi yeni arkadaşlıklar:

Türkiye’dekinden çok daha fazla türk arkadaşınızın olacağı garantidir.

5. Uçsuz bucaksız Londra parkları:

Hakikaten özgürce çimlere yayılmanın keyfi bambaşka bir duygu ama her seferinde gerinizde bir ıslaklıkla kalkmak da insanı değişik hallere sürüklüyor çünkü hava gibi çimleri de hiç kuru bulamayacaksınız.

6. Tüm geceyi ibadetle geçirme fırsatı:

Özellikle yaz aylarında İngiltere’deyseniz her gece abidler gibi yatsı abdestiyle sabah namazını kılıp bütün geceyi ibadetle geçirebilirsiniz.(temmuzda yatsı 00.45 imsak 01.05 de giriyor, ama havaya girip gündüzü de oruçlu geçireyim derseniz akşam 22.00 de oluyor söyleyelim)

7. Yaz ortasında yaşanan serinlik:

Ülkemizin kırklı dereceleri gördüğü zamanda yakınlarınıza şu anda kazakla dolaşıyorum demenin zevkini tadabilirsiniz.

8. Küresel ısınmanın etkisinden uzaklaşma:

Küresel ısınma aklınıza bile gelmeyecek ama su sorununu her an başka boyutlarıyla yaşayabilirsiniz (sel baskını ve iç çamaşırınıza kadar ıslanmak gibi).

9. Sınırsız özgürlük ve demokrasi ortamı:

Hakikaten hayt parka gidip ağız dolusu kraliçenin yedi ceddine ve İngiliz başbakanına sövseniz kimse bakmayacaktır bile(tamam Türkçe anlamıyorlar ama İngilizce deseniz de aynı şey olur)ama sadece bunun için oralara gitmeye değmez, bizim taksim parkında da kraliçe hakkında içinizden geçenleri söyleseniz kimse kızmaz(bu da bizim demokratik seviyemizin İngiltere’den aşağı kalmadığının delilidir)

10. Memleketin kıymetini anlama:

Oralar da yaşayınca bu memlekette her aldığınız nefesin bin şükür gerektirdiğinin idrakine varacaksınız.

Zeynep’le Babası

İngiltere Ne Kadar Güzel?

Küçük Zeynep elindeki İngiliz parasının üstündeki kraliçenin resmine bakarak sorar:

— Baba kraliçeler güzel olmaz mı?

Babası cevaplar:

— Her zaman değil kızım.

İkinci soru gecikmez:

— Peki, İngiltere güzel bir yer mi baba?

Babası iç geçirerek tekrar cevaplar:

— Kraliçeleri kadar güzel kızım.


GENÇ'ın Yazısı.