Yusuf Toprak

Aktüalite… Ben hep kaçmaya çalıştım aktüelden, şeytandan kaçar gibi. Ebedi olan dururken, günlük olan, günden güne değişecek olanla ne işim olurdu ki? Kötüydü aktüel olan, şeytan gibi. Ta ki, tesadüfen açtığım bir deneme kitabının ilk yazısını okuyana kadar.

Ne miydi o kitap? Sezai Karakoç’un ‘Sûr’ isimli kitabı… Birbirinden değerli denemelerin olduğu bu kitabın ilk yazısını sizlerle paylaşmak ve sizlerin de aktüele bakışını biraz olsun değiştirmeye vesile olmak isterim. Buyurun:

Burçlara Uzanmak

Aktüel olanla ebedî olanın kavgası. Dünya hayatı oldukça sürecek olan kavga. Şeytanın Rahman’a karşı izin verilmiş başkaldırması. Sokrates’in benzetmesindeki atsineğinin atı rahatsız etmesi gibi, başı ve ruhu ebedîye dönük olan insanı aktüelin balmumundan kalkanı arkasına gizlenerek durmadan sokan ruh sineği şeytan. Ancak bu sinek Sokrates’in sineğinden farklı olarak iğnesinin ucunda havaya sıçratıcı, uyandırıcı bir madde taşımaz; aksine, ebedî olanla ilgi ve bağ kuran insan ruhunu bu sürekli yücelişten alıkoymak, yükseklikler dünyasından çekip almak, iç âlem lambalarını söndürmek ve insanı fiziğin zaruretlerine mahkûm edip geçici olanın, günübirliğin tozlarında yakıp kavurmak ister. Gerçi insanın sürekli olarak güneşe bakamadığı gibi, ebedî olan konulardan zaman zaman sıyrılması da gereklidir. Geçici olarak karşılaşılan gaflet, uyanış ve dirilişi kamçılar. Şeytanla karşılaşan ve hesaplaşan ruh, yenilmemek ve dize gelmemek şartıyla, bu tecrübeyi geçirmemiş ruhtan daha çok yol almış, ebedîye yaklaşmayı daha çok hak etmiştir. İyiyle kötüyü denk tutan eski İran inancı, insan varlığının gerçeğine uymamaktadır. Gerçekte, iyi, ebedî olana, kötü ise aktüele dönüktür ve bu ikisi arasında bir kavga gücü denkliği yoktur. Hattâ çok dikkatle bakılırsa kavga bile yoktur. Şeytanın nasıl ki Allah’la kavga ettiğini sanması, kıyamet gününe kadar sürecek bir aldanıştan başka bir şey değildir. Kötü, iyinin daha belirmesi için vardır. Kötü, iyinin kendini denemesi, daha temellendirmesi, daha sağlamlaştırması için vardır. Nasıl ki, ebedî olanı daha iyi duyabilmemiz, kavrayabilmemiz, değerlendirebilmemiz için, aktüel olan, fon ödevini görmektedir. Kimi yerde de, yine Sokrates’in örneğine dönersek, ebedî olanın atsineği ödevini görmektedir aktüel olan.

Yalçın bir dağ sırtına kurulmuş, surları aşılmaz bir kalenin en iç bölümünde oturan kale beyinin, zaman zaman düşmanı karşılamak, onun tepeye tırmanışını, kapalı bölgeye sızmasını önlemek için, iç kaleden sur kapılarına çıkıp dışarı fırlaması, hattâ dağın yamaçlarına inmesi gerektiği gibi ruhun da en sırlı hayatını yaşadığı kendi iç dünyasından dışarı uğraması ve “dış”tan gelenle hesaplaşması, en azından kendi gerçeğini koruması bakımından kaçınılmazdır.

Aktüelle karşılaşmak, şeytanla karşılaşmayı kabul etmek, “dış”ı “iç”in kanunlarına boyun eğmeğe zorlamak, aktüel olanı özünü ışıklandırarak ebedî olana katmak için çabada bulunmak demektir.

Dünya nimetleri de aktüel yanlarıyla insan için bir imtihandır. Tabiat, insanı çevreleyen ve ebedî konulardan alıkoymak isteyen aktüelin bir başka yüzüdür. Aktüelin sübjektif yüzü şeytan, objektif yüzü tabiattır. Bu sebeple, tabiatla ve şeytanla karşılaşan insan, ebedîliğe yönelmenin ilk zırhına bürünmüş, ilk şartına erişmiş olacaktır. Bilerek bilmeyerek ebedîleşmeyi arayan Faust’un Mefisto ile savaşı, aktüelin en küçük zaman birimi olan an’da ebedî ile karşılaşması ve çarpışmasının sembolik ifadesi oluyor. İnsan hayatının anlamı da, dram veya trajedi, bundan doğuyor.

Rahiplik, aktüelden kaçış olduğu için İslâm’da yasaktır. İslâm, aktüeli unutmaksızın ebedî olana dönüştür. İmtihan, çile, fitneyle savaş, cihad, Allah’a yönelmeyi en üst derecelere çıkarmanın başlangıç şartlarıdır. İnsan, kendi oluşunun en mahrem, en şahsi planını yaşarken bile, toplumdan, kalabalıklardan ayrı ve kopuk olmamalıdır. Sohbet de, topluluk içinde oluş ve eriş demektir.

Peygamberler, veliler, mümin bilginler, bir yandan derinliğin en ilerisine gider ve izleyicilerini götürürken, öbür yandan halka eğilmişler, gönülleri ve ruhları ebedî olandan kopmaksızın aktüel olanı da göğüslemişler, günlük karanlığa ebedîlik ab-ı hayatından ışık taşımışlar, öleyazan ruhları böylece diriltmişler, aktüelde boğulan insanlığı ebedîliğin geniş havasına çıkararak kurtarmışlardır. Bir Gazâli, çekinmemiş, İhya-ül Ülûmu yazdığı gibi Eyyühelveled’i de yazmış, bir Muhyiddin-i Arabi Füsus-ül Hikem’i ve Fütuhat-ı Mekkiye’yi yazdığı gibi genç kişilere öğüt kitabını da yazmış.

İslâm Ruhunun yeniden canlanış ve dirilişinde, yazar ve önderlere, ebedî olandan aktüel olana, en metafizik düşünceden pozitif bilim konusuna, en teorik yapıdan pratik girişime, en ferdîden sosyale kadar, inançtan sanat, ahlâk ve politika alanlarına uzanmak ödevi düşmektedir. Bu, kutlu bir ödev ve gelenektir.

Kutsal bir emanettir. 


GENÇ'ın Yazısı.