Zeki Bulduk

Ali Ural ile..

Yeni nesilleri yargılayacağımız çok kıstas var. Dil bilincinden, inanç bilincinden ve zaman bilincinden yoksun oldukları için yargılayabiliriz onları. Fakat bu neye yarar! Kızmak yerine selden kütük kapmak daha akıllıca değil mi! Biz ne verdik ki ne istiyoruz onlardan! Sevgiyle yaklaşmalıyız onlara. Kaybettiğimiz zamanı bir an önce telafi etmeliyiz.

Son kitabınız “Güneşimin Önünden Çekil!” çıktı, hayırlı olsun. Kime sesleniyorsunuz? Biraz bahseder misiniz bu denemelerden?

Güneşimizin önünde duranlara elbette! Diyojen’in milattan önce söylediği bu söze hala ihtiyacımız var. Medeniyet tarihinin unutulmaz isimlerinden hareketle yazdım bu denemeleri. Ayrıntılarda boğulmak yerine ayrıntılarda derinleşmeye çalıştım. Yetmiş portre denemesi var kitapta; Cervantes’ten Şeyh Galib’e; Tolstoy’dan Rilke’ye; İkbal’den Tagore’a; Van Gogh’dan Hattat Hafız Osman’a; Beethoven’den Dede Efendi’ye; Arşimet’ten Galilei’ye; Diyojen’den Kierkegaard’a, İmam-ı Gazali’den İmam-ı Rabbânî’ye; Ebu Hanîfe’den İmam Şafiî’ye; İbn Arabî’den Azîz Mahmud Hüdâyî’ye kadar bir çok tanıdık isimle karşılaşıyorsunuz, gerçekten tanımadığınız. Rengahenk dediğimiz şey bu!

Yazmak, okumak, satıraralarında hayattan haberdar etmek… Bir de sorumluluklarınız, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkan Yardımcılığı gibi. TYB’den ve nüfuz alanlarından bahseder misiniz biraz?

Türkiye Yazarlar Birliği gelecek yıl otuzuncu kuruluş yıldönümünü kutlayacak köklü bir kuruluş. 1978 yılından beri faaliyet gösteriyor. Yazarlar arasındaki dayanışmanın kültür dünyamızdaki rollerini güçlendireceği düşüncesiyle kuruldu Yazarlar Birliği. 1000’i aşkın üyesi bulunuyor. Genel Merkezi Ankara`da. İstanbul, Bursa, Konya, Trabzon, Kahramanmaraş, Kayseri, Şanlıurfa, Erzurum ve Ordu’da olmak üzere toplam 9 şubesi var. Ülke içindeki kültürel etkinliklerimizin yanı sıra yurtdışında Türkçe’nin Şiir Şölenleri düzenliyoruz. 1980’den beri yazar ve sanatçılardan oluşan geniş katılımlı bir heyet tarafından belirlenen yılın yazar ve sanatçıları ödüllerini veriyoruz. Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi ve Yazar Okulu gibi birimlerimiz var.

TYB’de olmak, bir amaç uğruna elini taşın altına koymak elbette güzeldir. Fakat, şair, öykücü ve denemeleriyle tanınan bir yazar yıpranmaz mı organizasyonların merkezindeki bir kurumda?

Yıpratmadan “yorgunluk”u anlamak istiyorum. Elbette yaptığımız her iş bize kattıklarının yanı sıra bizden bir şeyler götürür. Bütün mesele dengeyi bozmamak. Fildişi kulem yok. Yazma serüvenini sürdüren gençleri önemsiyor ve onlar için bir şeyler yapmaktan haz duyuyorum. Bu anlamda TYB’nin iyi bir platform olabilmesi için zaman ayırmak gerek. Elbette kendi yazı hayatından ödün vermeden. Bu dengeyi kurduğumu düşünüyorum.

Yazıya ne zaman başladınız? Birdenbire mi, yoksa ağır ağır mı yazı dünyasının içerisine girdiniz?

İlkokuldan beri yazıyorum. Yazmak çocukluğumdan beri önemli oldu benim için. Hem içe dönük hem dışa dönük olur mu bir çocuk? Ben öyleydim. Dışa dönük tarafımla “Kütüphane Kolu Başkanlığı”nı yürütürken, içe dönük tarafımla şiirler yazıyordum. Müsamerelerde ön planda yer alacak kadar cesur, arkadaşlarım oyun oynarken bir köşeye çekilip onları seyredecek kadar içe dönüktüm. “Yazmak” o günlerden bu yana kendi içimde derinleşmenin bir vesilesi oldu. İnsanların her alanda olgunlaşmak için zamana ihtiyaçları var. “Birdenbire, birdenbire” dediğine bakmayın şairin. Hiçbir şey birdenbire olmaz. Belki öyle görünür. Bir filmdeki binlerce kareden son kare akılda kalır bazen.

İlk şiirleriniz rahmetli Cahit Zarifoğlu Ağabeyimizin Türk Edebiyatına kazandırdığı Mavera Dergisinde yayınlanmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Şair veya yazar olmak için illaki bir edebiyat dergisinin mutfağından geçmek gerekir mi?

Edebiyat dergileri önemli. Orada gözünüzü açıyorsunuz. Edebiyat gözü de denebilir buna, kalp gözü de. Maddi dünyanın dışında başka bir dünyanın da olduğunu fark ediyorsunuz orada. Tabiî bu durum dergilerin ehil ellerde olmasıyla da ilgili. Yazdıklarınızı görücüye çıkarttığınız bu yerler sizin atılımınız için bir basamak olabileceği gibi, yazarlık hayatınızı olumsuz yönde etkileyebilecek bir platform da olabilir. Yazar kadar yazın serüveni olduğunu varsayarsak “illa” kelimesini dikkatle kullanmalıyız.

Aileniz… Özellikle de babanız Kemal Ural- ki “Küçük Şey Yoktur” adlı enfes kitabıyla yüz binler tarafından bilinir- ve ablanız Nuriye Akman – Ülkemizin güzide röportajcılarından, hatta çığır açan söyleşicilerinden- sizin edebiyat dünyasına yönelmenizde etkili oldular mı?

Kitap okunan ve yazı yazılan bir evde dünyaya gelmiş olmanın kitaplarla ve yazıyla kurduğum ilişkide bir katalizör görevi üstlendiğini düşünüyorum elbette. Fakat unutulmamalıdır ki, katalizör reaksiyonu hızlandırır, yoksa tek başına belirleyici değildir. Mesela biz dört kardeşiz. Şayet ortam tek başına edebiyata yönlendirmeye yetseydi hepimizin yazar olması gerekirdi. Yüzde elli fire verdik biz. Aslında fire demek doğru mu bilmiyorum. Herkesin yazması gerekmiyor. Ama herkesin okuması gerekiyor. Bu okuma süreci bizi bilime de götürebilir sanata da. Ablamla ben edebiyata yelken açarken, diğer kardeşlerimiz bilime yöneldiler.

Yurtdışında okumak nasıl bir duygudur, biraz anlatır mısınız? Dünyanın kalbinin attığı şehrin, Mekke’nin de içinde bulunduğu Arabistan’da yüksek öğreniminizi tamamladınız? Sanatınıza gurbet ya da Peygamberimizin soluğunun değdiği topraklar da tesir etti mi?

Nasıl etmez! Öncelikle “gurbet” kelimesinin çağrıştırdığı bir hatıramı paylaşayım sizinle. Gurbetin sıkıntılarından da bahsettiğim bir mektup göndermiştim o yıllarda aileme. Çok geçmeden babamdan bir mektup almış ve mektuptaki şu cümleyle derinden sarsılmıştım: “Gurbette olan sen değilsin oğlum! Biziz biz!” İşte babamın kutsal toprakların “gurbet” olmadığını fısıldadığı bu satırlarından sonra zorluklara karşı koyma gücünü buldum kendimde. Yalnızlığın yoksulluğunu iç dünyamı zenginleştirerek kapatmaya çalıştım. Yedi yıl yaşadığım ortam ve iklim, bana o ortam ve iklimin o güne kadar duymadığım sözleriyle de tanışma imkânı verdi. O günlerde üniversitenin yemekhanesinde duvara asılı bir şiir beni çarpmış, bu şiirin sahibinin İmam Şâfiî olduğunu görünce şaşkına dönmüştüm. Şiir şöyleydi:

Serendib dağları inci yağdırın

Tukrur kuyuları altın fışkırtın

Ne yaşarsam azıksız kalırım

Ne ölürsem kabirsiz

Himmetim kralların himmeti

Nefsim zilleti küfür sayan hür bir nefis

 Lübnanlı okul arkadaşıma, “ Şair mi İmam Şafiî? Biz onu sadece bir mezhep imamı olarak biliyoruz.” diye sormuş, İmam Şâfiî’nin şair olduğunu ve bir divanı olduğunu öğrendiğim o gün Şafiî’nin şiirlerini Türkçeye çevirmeye karar vermiştim. Öğrencilik yıllarımda başladığım bu çeviri ne yazık ki üniversiteyi bitirdikten çok sonra tamamlanabildi ve gün yüzüne çıktı. Bugün artık Türkçede İmam Şafiî Divanı adlı bir kitap var.

Şule Yayınları… Yayınevinde kitabı çıkan yazar veya şairlerin, çalışanların, yayınevinin kitabını okuyanların elbet bir yorumu vardır. Peki sizin için nedir Şule Yayınları? Hıranız mı? İnzivagâhınız mı? Arı kovanınız mı… Kurucusu için ne ifade ediyor Şule Yayınları. Kemal Ural’ın bir zamanlar çıkartmış olduğu Şule dergisiyle bir bağlantısı var mı?

Şule Yayınları hem Hıra’m hem arı kovanım. Her şeyden önce de vefa borcum. Babanın 1961 yılında yarım kalan Şule Dergisi serüveninin oğulda tamamlanması. Biliyorsunuz Kemal Ural’ın çıkardığı Şule Dergisi Nurettin Topçu başta olmak üzere dönemin önemli kalemlerinin yazdığı bir dergiydi. Hem muhteva hem estetik olarak bir değeri ifade etmesine rağmen ekonomik sebepler yüzünden yayın hayatına son vermek zorunda kalmıştı. İşte bütün çocukluğum babamın yarım kalmış hayallerinin hüznüyle geçti benim. Hep bir gün yeniden Şule Dergisi’nin çıkacağı günü düşündüm. Şule dergisini yeniden çıkaramasam da kader bana Şule Yayınları’nı kurmayı nasip etti.

Kitap Haber ve ilk dönem Merdiven Dergilerinde yazan bir çok kişinin kitapları çıktı. Yeni yazarların günyüzüne çıkmasında Şule çatısı da vesile oldu.

Babam çıkardığı dergiye aydınlatmaya vesile olsun diye Şule demişti, ben çıkardığım dergiye yükselmeye vesile olsun diye Merdiven adını verdim. Yayınevlerinin işlevlerinden biri de Genç yeteneklere kapılarını açmak, onları düşünce ve edebiyat hayatına kazandırmaya çalışmaktır. Doğrusunu isterseniz bu sorumluluğu göz önünde bulunduran yayınevleri git gide azalmakta. Madde mananın önünde hep. Bu ise kültürel geleceğimizi tehdit ediyor.

Gençlerle çalışmak, gençlerin yazılarına neredeyse öncelik vermek…Gençler sizin için ümit vaat ediyor mu? Dil bilinci, inanç bilinci, zaman bilinci konusunda haberdarlar mı yetişen yeni nesiller?

Yeni nesilleri yargılayacağımız çok kıstas var. Dil bilincinden, inanç bilincinden ve zaman bilincinden yoksun oldukları için yargılayabiliriz onları. Fakat bu neye yarar! Kızmak yerine selden kütük kapmak daha akıllıca değil mi! Biz ne verdik ki ne istiyoruz onlardan! Sevgiyle yaklaşmalıyız onlara. Kaybettiğimiz zamanı bir an önce telafi etmeliyiz. Ben gençlere güveniyorum! Bütün olumsuzluklara rağmen mecralarını bulacaklarına inanıyorum. Nenemin bir sözü vardı: “Bülbül evladı bir gün gelir, öter!”

Merdivenşiir dergisi…Müstesna güzeller demek istiyorum müsadenizle.İmbikten süzülmüş şiir, deneme, makale…Şiir neden bu kadar sizin için önemli?

Şiir sözün bittiği yerde sözü olanlar için hayati önem taşıyor çünkü. Nesirle ifade edilemeyecek olanı ifade etmenin biricik yolu! Yangın merdivenimiz, sözün bittiği yerdeki bir “üst söz” Hem yaralayan hem sağaltan yaralarımızı. Sanatın bütün formlarının mayası. Hakikisi nadir. Sahtesi mütedavil. Ferasetin ve sezginin anahtarı.

Gelelim son şiir kitabınıza; neden kitabınızın ismi Kuduz Aşısı?

Kuduzun ilk belirtileri huzursuzluk, hırçınlık ve tedirginliktir. Ruhsal çöküntü ve felç daha sonraki işaretleri… Peşinden nefes darlığı, çırpınma nöbetleri, kasılmalar ve görme bozuklukları geliyor. Ve sonunda su korkusu yani hidrofobi! Yani modern hayatın göstergeleri kuduzu işaret edip duruyor hep. Ben bu belirtilerin imgesel değerinden hareketle yaşadığımız günlerin dokusunu şiirime taşıdım. Aslında kitabın içinde adı Kuduz Aşısı olan müstakil bir şiir yok. Fakat hem şiirlerin isimleri hem de muhtevaları kuduzun çağrışımlarıyla yüklü. Yüce Allah “Biz her şeyi sudan yarattık” derken insanın sudan korkması ne garip! İşte bu paradokstan doğdu “Kuduz Aşısı”

Şule Yayınlarının günümüze kadar yayınlamış olduğu eserlere baktığımızda, Doğu’dan Batı’ya bir gökkuşağı gibi uzanan ve zengin bir dil harmanı görüyoruz. Kültürün daralmadığı bir yayınevi anlayışınız var kanaatimce. Neden bu rengahenk?

Çünkü zenginlik tonlardadır. Ana renklerle tekrarlarsınız kendinizi. Klişelerden kurtulamazsınız. Ufkunuz daralır. İnsan her gün bal yese bal komasına girer.

Son olarak şu kitabı yazmadan, şu şiiri yazmadan ölmek istemiyorum dediğiniz bir şey var mı?

Son kitabımda okurlarıma bir söz verdim. “Mevlana’nın romanını yazacağım yol açılırsa” diye. Bu kitabı yazmadan ölmek istemem. Tabiî takdir. Yol açılırsa olur. Şiire gelince bir kitap oluşturacak uzunlukta bir münacat ve bir naat yazmak istiyorum ölmeden önce. Diğer hayallerimden bahsetmeyeyim artık Bu tûlu emel olur.

-TYB olarak gençleri içerisine alacak çalışma ve etkinlikleriniz ya da projeleriniz var mı?

TYB bünyesinde gençlere yönelik yazarlık atölyeleri çalışmalarımız olacak. Bu hayal değil. Üzerinde çalışılıyor.

Okuyucuya not: http://www.aliural.com/ internet adresine selam verirseniz sevgili Ali Ural’ı biraz daha yakından tanımış olursunuz.


GENÇ'ın Yazısı.