Ekim ayında Almanya`nın Frankfurt şehrindeki dünyanın en büyük kitap fuarına katılımcı olarak gitmek nasip oldu. (Yüzden fazla ülkenin katıldığı bir fuar. Seneye Türkiye fuarın şeref konuğu olacak.) Erkam Yayınları, Altınoluk Dergisi ve Genç Dergi`yi temsilen orada bulundum. Bir hayli zevkli ve bol iletişimli günler geçirdik. Gezi notlarımdan küçük bir çeşni yapıp sizlere sunma niyetindeyim bu yazıda.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki dünya giderek bir şehir ve ülkeler o şehrin birbirine benzeyen ilçeleri haline geliyor. Daha önce bulunduğum iki Doğu ülkesini, Almanya`yı ve Türkiye`yi şöyle gözümün önüne getirdiğimde bahsettiğim benzerlik açıkça ortaya çıkıyor. (Gençlerin kılık kıyafetleri, otobüs durakları, yemek kültürü neredeyse benzer özellikler taşıyor.) Ülkeleri birbirinden ayıran farik vasıflar giderek azalıyor. Modernite ve küreselleşme ülkeleri birbirine benzetiyor. Mimaride olsun, hayat tarzında olsun bir aynileşme söz konusu. Yani diğer ülkeleri çok farklı olarak hayal etmek ilk yurt dışı seyahatinizde hayal kırıklığına uğratabilir sizi. Bunu baştan söyleyeyim.

Frankfurt sokakları gerçekten temiz. Lakin Almanların o kadar da temiz olmadıklarını gördüm. Bir hafta yağmur yağmasa tüm Almanya kokar deniyor. Ne kadar doğru bilinmez ama hakikat payı olan bir öngörü. (Kaporta güzel ama içi işe yaramaz Süleyman demişti orada yaşayan bir abimiz.)

Kant`ın derinden etkilediği Alman felsefesi ve hayat tarzı bariz bir şekilde görülüyor her yerde. Yani Almanlar çalışkan ve sorumluluklarını biliyorlar. Almanya`yı özetlemek gerekirse “çalışkan ve sorumlu” bir ülke denebilir. Kitap fuarının girişinde dev bir demir heykel vardı ve sürekli olarak çekiç indirip kaldırıyordu. Çalışıyoruz, çalışacağız diyorlar yani.

Avroya geçmesiyle birlikte ceplerindeki paranın yüzde kırkını kaybettiklerini ifade ediyorlar. Almanya cazip bir ülke olmaktan giderek uzaklaşıyor. Hitler`in manevi torunu olarak görülen Almanya başbakanı Merkel, Almanya`yı cazip bir ülke olmaktan çıkaracağını bizzat ifade etmiş zaten. Orada bulunan Türkler ise bir an önce güzelim memleketimize dönmek istiyorlar. (Tabii hepsi mi bilemem, görüştüklerim ilk fırsatta geleceğiz dediler.)

Türklerden bahsetmişken şunları da dile getireyim ki hem ağlayıp gem gülelim: Almanyalılar yanlış bir iş yapacakları zaman hadi bir Turkish yap derlermiş. Yani diyelim ki kırmızı ışıkta geçeceklerse, yere çöp atacaklarsa “Turkish” yap diyorlarmış. Hoş değil tabii lakin Almanların ve Türklerin hem fikir olduğu bir konu var: Türkler Almanya`yı mahvetmiş. Kitap fuarındaki standımızın önünde Almanya`ya yıllar önce gitmiş iki Türk amca selamlaştılar ve ardından kurduklarıi ilk cümle şu oldu: “Almanya`yı nasıl mahvettik ama.” Epey bir gülümsedim, garip ve ironik geldi.

Kitap fuarı Ramazan Bayramı ile aynı günlere denk geldiği için stantımızda kuru kayısı ve gül suyu ikram ettik gelen misafirlere. (Oradaki Türkler ne yazık ki bayramı bayram gibi yaşa(ya)mıyor. Birçoğu “Aa, çok sağol, senin de kutlu olsun” tarzında tepkiler verdi. Üzücü tabii.. Çünkü oradaki “Aa” unutulan bir şeyi hatırlattığımız için kullanıldı genelde.) Öyle güzel oldu ki bu vesileyle yüzlerce insan kültürümüzden bir şeyler öğrendi. Kayısıların parasını sorandan tutun eline döktüğüm gül suyunu içenlere kadar bir hayli eğlenceli anlar geçirdik. (Gerçi gül suyu içilmez değil, lakin biz öyle alışmadığımız için komik gelmişti.) Birçok Batı insanında olduğu gibi, karşılıksız vermeye ve sıcak ilişkilere alışık değiller. Kültürümüzün, medeniyetimizin gerçekten ne muazzam boyutlara ulaştığını orada farketmek çok kolay. Öyle seviniyorlar ki küçücük ikramlara sormayın. Bir de yemek ısmarlasak din bile değiştirebilirler :) Latife olsun diye söyledim lakin Almanya`da kiliselere katılım oranı neredeyse hiç yok denecek kadar azalmış. Din ile ilişkileri çok yüzeysel. (Lakin sufizm gibi mistik anlayışlar ilgilerini çekiyor. Standımızda bulunan “Mesnevi Deryasından Bir Testi Su” isimli eserin Almancası pek çok kişiyi cezbetti diyebilirim.)

Fuar süresi boyunca İskender Pala`yı daha yakından tanıma fırsatı da buldum diyebilirim. Tevazu sahibi biri olduğunu söyleyebilirim. Birçok yazar gibi fildişi kulede yaşamıyor. CafCaf dergisinin usta çizerlerinden Yusuf Kot da oradaydı. Fuarı doya doya gezdi diyebilirim. Dücane Cündioğlu ayakkabısının bağını bağlayacak bir zaman dilimi kadar masamızda oturdu ve selamlaşıp gitti. İz Yayıncılık`tan Ali Özyurt`un dört düzine kitap hediyesine de buradan bir teşekkür etmiş olayım. Sevdiğimiz yazarlardan Ayşe Böhürler`i de orada görmek güzeldi.

Bu arada fuar süresi boyunca hiç ama hiç kitap satamadım. Çünkü fuarın ilkelerinden biri de kitap satmanın yasak olması. Daha çok ticari bağlantılar, telif hakları vs. görüşülüyor.

Almanya`daki Türklere bol bol Genç Dergi ve Altınoluk dağıtık. Fuar bahane iletişim şahane diyebilirim özet olarak. Almanlar okumayı seviyorlar. Söyleyecek çok sözümüz var. Seneye Türkiye için büyük bir fırsat. Umarım gerekli çalışmalar şimdiden başlatılır ve bu önemli fırsat güzel değerlendirilir. Dünya samimiyete, sıcaklığa, hoşgörüye, tatmin olmaya aç ve biz medeniyetimizle, dinimizle bunların fazlasını taşıyoruz. Selam ile kalın.


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.