Eşi Görülmemiş Dolandırıcılık
Tam bir sene boyunca gece gündüz yılmadan usanmadan işlediği ince planla bütün bir şehrin gözünü boyayan dolandırıcı, şehir ahalisinin üzerlerindeki ziynetlerden, elbiselere varıncaya kadar her şeylerini aldı. İşin en komik ve de aynı zamanda acı noktası ise bütün ahalinin, bunu kendi gönül rızalarıyla kabul etmeleri oldu.
Tarihin gördüğü en usta dolandırıcının imza attığı ve hemen bütün bir şehrin tek seferde soyup soğana çevrilmesi şeklinde gerçekleşen olayın ilk şokunun atlatılmasının ardından basına yansıyan tanık ifadeleri, işin boyutunun sanılandan çok daha vahim olduğunu ortaya koyuyor. Rezalet boyutundaki dolandırıcılık olayının ardından şehir sakinlerinin ağzını bıçak açmasa da Tihaber mikrofonuna konuşan Ebu Tayyip bin Abdülmü’min olayı şöyle anlatıyor:
“Bağdatlı bir dalavereci, eşiyle birlikte Humus şehrine gelmişti. Oraya vardıklarında; adam eşine: ‘Burası ahmaklar yurdu. Ben bunlara bir oyun oynayacağım. Sen de bana yardım edeceksin’ dedi. Hanımının kabul etmesi üzerine de: ‘Bundan böyle birbirimiz için birer yabancıyız. Sakın beni tanıdığını kimseye belli etme. Sadece; yağla badem kavurup, tanımam için temiz ve yeni bir kaba koyarak her gün öğle vaktinde falancanın helâsına getir. Başka bir şey yapma ve yanıma da uğrama’ diye tembihledi. Sonra bir yün elbise giyip, başına da yine yünden bir başlık örttü ve gidip, şehrin en kalabalık ve büyük camilerinden birine oturdu. Namaz kılınması mekruh olan vakitlerin dışında gündüzleri ve geceleri namazla geçirmeye başladı.
Bu vakitlerde ise tesbihatla meşgul oldu. Bu arada; hiç kimseyle de bir kelimecik olsun konuşmadı. Bir süre sonra bu takvalı(!) yaşantısı insanların dikkatini çekti. Çünkü; sürekli namaz kılıp, zikir çekiyor ve hiçbir şey de yemiyordu. Günde bir kere, öğle vaktinde helaya gidiyor, çıktıktan sonra da doğruca camiye dönüyordu. Yağla kavrulmuş badem ezmesinin görüntüsü gaitadan (insan dışkısı) farksız olduğundan, tuvalete girip çıkanlar hiçbir şeyden kuşkulanmıyorlardı. Adam, tuvalete gittiğinde ondan yiyor ve çıkıp tekrar camiye dönüyordu.
Böylece Humus halkı, hiçbir şey yiyip içmediğini sandıkları bu adamı gözlerinde iyice büyüttüler. Yanına varıp, konuşmak istediklerinde karşılık vermedi. Çevresine toplandılar ve ne kadar uğraştılarsa da konuşturamadılar. Bu durum, adamın gözlerinde daha da büyümesine neden oldu. Öyle ki; oturduğu yere dokunup, oradan toprak almaya ve şifa için hastalarını getirmeye başladılar. Halk nazarında yeterince büyüdüğünü anladıktan ve bu şekilde bir yıl geçtikten sonra adam, bir gün hanımıyla gizlice buluşarak şöyle tembihledi:
‘Bu Cuma, insanlar namaz için toplandıklarında yanıma gel. Yakamdan tutup bir tokat atarak, -Ey Allah düşmanı! Ey fasık! Oğlumu öldürdün, şimdi de burada ibadet mi ediyorsun? İbadetin yüzüne çarpılacak- de. Yakamı bırakma ve beni öldürmek istediğin görüntüsünü ver. İnsanlar başımıza toplandığında; ben, oğlunu öldürdüğümü itiraf ile seni korur ve buraya tövbe ve ibadet için geldiğimi söylerim. Sen de cezalandırılmam için valiye götürülmemi iste ve bunda da ısrar et. O zaman sana diyet önereceklerdir. Mümkün olanı verdikleri kanaatine varıncaya kadar razı olma. Diyeti alınca da hiç vakit kaybetmeden Bağdat’a dön. Ben daha sonra kaçıp, sana gelirim…’
Dolandırıldıklarını anlayan şehir halkı infiale kapılarak ne yapacağını bilmez halde sokaklara döküldü. Göstericileri yatıştırmak amacıyla içlerinden ufak bir grubu temsilci sıfatıyla kabul eden hükumet yetkililerine kanal İstanbul projesinin iptal edilmesi, üçüncü köprüye hiç başlanmaması, ikinci köprünün yıkılması, bolu tünelinin geri doldurulması gibi talepler iletildi.
Kadın, ertesi gün; anlaştıkları üzere gelip, adamın yakasına yapıştı. Bunu gören Humus halkı onu öldürmek istediler ve ‘Ey Allah düşmanı! Bu adam kırklardandır ve zamanın kutbudur!’ dediler. Bunun üzerine adam, sabretmelerini ve kadına dokunmamalarını işaret etti. Arkasından; kısa bir namaz kıldı ve yüzünü uzun uzadıya toprağa sürerek ‘Ey insanlar! Buraya geldiğimden bu yana bir kelime olsun konuştuğumu duydunuz mu?’ diye seslendi. Sesini duyan halk, sevinç çığlıkları atarak ‘Hayır! Duymadık!’ dediler. Adam, sözlerini şöyle sürdürdü:
‘Ben çok kötü bir insandım. Evet, doğrudur; bu kadının oğlunu öldürdüm. Sonra da tövbe ve ibadet için buraya geldim. Tövbem kabul olmaz korkusuyla dönüp, kısas edilmeyi çok düşündüm. Bir yandan da beni buldurması için Allah’a çok dualar ettim. Şükürler olsun ki sonunda bir araya gelebildik. Bırakın da beni öldürsün. Allahaısmarladık!’ Bu sözler üzerine büyük bir vaveyla koptu.Adam, cezasının verilmesi için valiye gitmek üzere kalktığında şehrin ileri gelenleri: ‘Bu Salih kulla imtihan ediliyoruz. Kadını diyete razı edelim ve diyet parasını da aramızda toplayalım’ dediler. Sonra oturup, kadınla pazarlığa başladılar ve ‘Sana iki diyet parası verelim’ dediler.
Kadın: ‘Benim oğlumun saçının bir teli bile bin diyete bedeldi’ dedi ve nihayet on diyet parasına razı oldu. Parayı topladıklarında ise biraz daha fazla koparabilmek için: ‘Hayır, vazgeçtim! Onu öldürmek ve acımı dindirmek istiyorum’ diye tutturdu. Bunun üzerine; kadınlar dahil herkes, elbiselerini ve tüm ziynetlerini çıkarıp verdiler. Kadın bunları alarak, oradan ayrıldı. Adam da camide birkaç gün daha kaldıktan sonra hanımının iyice uzaklaştığına kanaat getirince; bir gece şehirden kaçtı. Halk, kendisini çok aradıysa da bulamadı. Bilahare bunun bir hile olduğu anlaşıldı.
Uzmanlar, takvanın; dış görünüm veya ibadetlerin dışa yansıyan yüzüyle ilgili bir kavram olmadığı, takvada önemli olanın kalpteki ihlâs olduğu, bununsa sadece; kişiyle kalbi arasında duran Allah tarafından ölçülebileceği konusunda hemfikirler. Aynı uzmanlar, benzer hadiselerin tekrar yaşanmaması için halkı dış görünüşe aldanmamaları ve hakkında kesin bilgi sahibi olmadıkları hiçbir konuda kesin bir yargıya varmamaları gerektiği hususunda uyarıyorlar.
GENÇ'ın Yazısı.