Kayıp Kayısı Bulundu
Aylık öğrenci akbili doldurmaktan başka seyahat imkanı olmayan okurlarımızın dünyadan haberdar olabilmeleri için muhabir kadromuza kattığımız uluslar arası üne sahip, meşhur seyyah İbn-i Batuta Türkiye’de! Deniz yoluyla ülkemize Alanya üzerinden giriş yapan İbn-i Batuta, Türkiye ile ilgili ilk izlenimlerini sıcağı sıcağına Tihaber okurları için kaleme aldı. Batuta, dünyanın en güzel ülkesi şeklinde nitelediği yurdumuzun en büyük güzelliğinin ise şefkatli ve konuksever insanları olduğunu vurgulayarak sempati toplarken, Alanya’dan Antalya’ya geçtiğinde inanılmaz bir keşifte bulundu. Batuta, Antalya ve çevresinde yetişen ve “Kamereddin” ismi verilen, çekirdeği dahi tatlı olan bir kayısı türünü öve öve bitiremezken, söz konusu kayısı ile ilgili olarak günümüzde herhangi bir bilgiye rastlanılamadı…
Dünyaca ünlü Arap seyyah İbn-i Batuta, Türkiye’deki geniş hayran kitlesinin çağrılarına daha fazla dayanamayarak sürpriz bir kararla seyahat güzergahına ülkemizi de ekledi. Alanya üzerinden yurda giriş yapan meşhur seyyah, Türkiye’ye dair ilk izlenimlerini sıcağı sıcağına Tihaber okurları kaleme aldı: “Lazkiye’de; Martolomin adında bir Cenevizlinin gemisine binerek, Bilad-ı Rum diye anılan ve eskiden Rumların memleketi olduğu için onlara nispet edilen Türk ülkesine doğru yola çıktık. Bu ülke, vaktiyle eski Rumlar ve Yunanlıların elindeydi. Daha sonra Müslümanlar bu toprakları adım adım fethetmişlerdir. Orada halen Müslüman Türkmenlerin idaresi altında yaşayan bir hayli Hıristiyan vardır. Uygun esen rüzgarların eşliğinde yaptığımız on günlük bir yolculuktan sonra Bilad-ı Rum’un ilk şehri olan Alanya’ya ulaştık. Yolculuğumuz sona erdiğinde; gemi sahibi, lütfedip, bizden herhangi bir ücret almadı. Şunu özellikle belirtmeliyim ki Bilad-ı Rum denilen bu ülke, dünyanın en güzel memleketidir.
Cenab-ı Hak, dünyanın öteki ülkelerinde ayrı ayrı ihsan ettiği güzellikleri burada topyekun bir araya getirmiştir. Ahalisi güzel yüzlü ve temiz giyinişlidir. Yemekleri ise çok nefistir. Burada yaşayanlar Allah’ın en şefkatli kulları olup, onlar için “Bolluk ve bereket Şam’da, şefkat ise Bilad-ı Rum’dadır” denilmiştir. Bu ülkede bir zaviye ya da bir eve indiğimizde; komşularımız, kadın olsun, erkek olsun derhal durumumuzu soruştururlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar. Ayrılacağımız sırada sanki akrabaymışız gibi bizimle vedalaşırlar ve bu ayrılıktan duydukları üzüntüyü gözyaşları ile ifade ederlerdi. Bu memleketin adetine göre; ekmek, haftada bir defa pişirilir ve bu pişirilen ekmek de bir hafta yeterdi. Ekmek pişirildiği gün, bulunduğumuz beldenin erkekleri bize sıcak ekmeklerle nefis yiyecekler getirirler ve “Bunu size kadınlar gönderdi. Sizden dua istiyorlar” derlerdi.
Bilad-ı Rum halkının hepsi İmam Ebu Hanife mezhebinden olup, ehl-i sünnettir. Aralarında Kaderi, Rafızi, Mutezili, Harici ve ehl-i bidat bulunmayıp, Cenab-ı Hak bu faziletleriyle onları üstün kılmıştır. Ancak, aralarından bazıları haşhaş çiğnemekte bir sakınca görmezler. Yukarıda belirttiğimiz gibi Alanya deniz kıyısında büyük bir şehirdir. Ahalisi Türkmen’dir. Mısır, İskenderiye ve Şam tüccarları alışveriş yapmak üzere buraya gelirler. Beldenin üst tarafında sağlam ve dehşet verici bir kale vardır ki Büyük Sultan Alaaddin-i Rumi’nin eseridir. Buradan Antalya’ya doğru yola çıktım.
Bu şehir, yüzölçümünün genişliği, nüfusunun çokluğu ve planının muazzamlığı itibariyle bölgenin en önde gelen şehirlerindendir. Her fırka, diğer fırkalardan tamamen ayrıdır. Hıristiyan tüccarları “Mina” adıyla bilinen mahallede oturmaktadırlar. Mahallenin etrafı bir surla çevrilmiş olup, geceleri ve Cuma vakti kapıları kapanır. Şehrin eski sakinleri olan Rumlar, diğerlerinden ayrı olarak başka bir mahallede otururlar. Bunların mahallesi de bir sur ile çevrilmiştir. Aynı şekilde Yahudilerin de sur içinde ayrı bir mahallesi bulunur.
Şehrin hakimi, ailesi ve devlet ricali de yukarıda açıkladığımız şekilde şehrin öteki mahallelerinden ayrı olarak, etrafı surlarla çevrilmiş bir kalede oturmaktadır. Müslümanlar ise asıl şehirde ikamet ederler. Şehrin etrafı yukarıda zikrettiğimiz mahalleleri de ihtiva eden büyük bir surla kuşatılmıştır. Buranın bağ ve bahçeleri çoktur. Meyveleri ise pek nefistir. Özellikle “Kamereddin” denilen bir çeşit kayısısı vardır ki meyvenin kendisi pek lezzetli olduğu gibi çekirdeği de tatlıdır. Bu meyve kurutulduktan sonra çok makbul sayıldığı Şam ve Mısır gibi memleketlere ihraç edilir.
Burada Şeyh Şehabeddin-i Hamevi’nin medresesine indim. Güzel sesli çocukların her gün ikindiden sonra cami ve medresede Fetih, Mülk ve Amme surelerini okumaları bir gelenekti…”
Türkiye seyahatinin ilerleyen safhalarında Tihaber yazı işlerine de konuk olması beklenilen İbn-i Batuta’nın, Türkiye izlenimlerini bir yazı dizisi halinde okurlarımıza duyurmaya devam edeceğimizin müjdesini de şimdiden buradan vermiş olalım…
GENÇ'ın Yazısı.