Akif Vezir

UNESCO 2007 yılını Mevlâna Yılı ilan etti. Her yerde O konuşuluyor, kitapları farklı dillere çevriliyor, adına programlar yapılıyor. Ama ortada o kadar çok Mevlâna yorumu var ki... Ve bunların büyük bir kısmı kendisini kölesi olarak takdim ettiği Kur’an ve Sünnet yolunun dışındaki sapa yolları işaret ediyor. Hazret vefat ederken “Şu dünyadan sözü doğru anlayan birisinin hasreti ile gidiyorum” demiş. Bugünü görseydi muhtemelen “Hasret sürüyor” diyecekti, “Sözü doğru anlayan adamın hasreti bitmemiş...”

Mevlâna ile ilgili herkesin dağarcığında bir söz vardır muhakkak. Benim adı ile beraber andığım iki sözü var. Birincisi, Allah’a itimadın şahikası sayılabilecek bir ifade: “Sen Allah için bir şey yap da karşılığını görmezsen ben kâfir olayım.” İkincisi de bir şahika aslında… Ama bu sefer bir hüznün ve hayıflanmanın şahikası: “Şu dünyadan sözü doğru anlayan birisinin hasreti ile gidiyorum.”

Düşünün ki Hüsamettin Çelebi gibi birisinin anladığı sözlerle kaleme alınmış Mesnevi bugün insanları kendisine hayran bırakmaya devam ediyor. Yanık gönüllere şifa, dertli aşıklara deva oluyor. Ama Mevlâna, sözünün, gönlünün orta yerinden fışkırıp gelen o hissiyatının tam anlaşılamadığı kanaatiyle terk-i dünya etmiş bir Allah dostu. İnsan düşünmeden edemiyor, kim bilir, mesela bir Şems’le yapacağı muhaverenin sonucunda acaba nasıl bir eser ortaya çıkardı?

Muhtemelen bunu hiç bilemeyeceğiz. Sözün sahibinin olduğu kadar sözün de bir kaderi var çünkü. Mevlâna’nın ve sözünün kaderi kendi zamanında anlaşılamamak mıydı acaba? Zamanında gördüğü alaka, cenazesinde her türden insanın şahâdeti ve asırlardır nesilden nesile aktarılan Mevlâna hayranlığına bakılırsa O’nun sözünün tesiri hep vardı. Bugün de gerek ülkemizde ve gerekse batı âleminde gösterilen yoğun ilgiye bakarak bu tesirin devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu ilgi hep vardı, şimdi de var ve yarın da var olmaya devam edecek muhtemelen. Ama bu ilgi O’nun sözünü istediği şekilde aktarabildiğinin bir işareti olmasa gerek. O belki de çok daha fazlasını söyleyebilecek bir istidat ve coşkuya sahipti, ancak aktarabildiği muhatabının seviyesi kadar oldu. Satabildiği, karşıdakinin alış gücünden fazlası değildi. İşte O, ihtimal ki bunun hasreti ile gitti. Heybesindeki birçok kıymetli metaı satamadan, arzu ettiği alıcıları bulamadan, esas sözünü söyleyemeden bu dünyaya veda etti.

Allah dostları öldükten sonra da hayatları devam eden bahtiyarlardır. Mevlâna da eserleri, aşkı ve sözünün tesiri ile yaşamaya devam ediyor. UNESCO’nun 2007 yılını bu büyük Allah dostunun yılı ilan etmesi bunun en büyük göstergesi. Sadece bu da değil. Eserleri doğudan batıya birçok ülkede ilgi gören, türbesi binlerce kişi tarafından ziyaret edilen, mesajı hemen herkes tarafından kabul gören bir örnek şahsiyet O. Öyle ki dinlisinden dinsizine, devlet adamından mutasavvıfına, sıradan insanından bilim adamına, herkes için Mevlâna ortak bir payda hükmünde. Kendilerine Mevlâna öğretisini örnek aldıklarını iddia edenleri yan yana koyduğunuzda Hazret’e hayranlığınız daha çok artıyor. Ancak bir müddet sonra siyah ile beyaz kadar farkları açık insanların Mevlâna’nın çağrısında nasıl birleşebildiklerinde hayret etmekten kendinizi alamıyorsunuz. Bunun neden böyle olduğunu birazcık anlamaya çalıştığınızda karşınıza ilginç bir durum çıkıyor.

Mevlâna’nın hayatında yüz yüze kaldığı kader – yani sözünün doğru anlaşılamaması- ilginç bir tecellidir, ölümünden sonra da yakasını bırakmamış olabilir mi acaba? Sözünü doğru anlayan adam muhtemeldir ki hayatında olduğu gibi bugün de çok az. Gelip bugünleri görseydi Hazret “Ben size dememiş miydim, bakın hala aynı hasret devam ediyor” diyecekti herhalde. Nitekim “Herkes beni kendi istidat ve temayülüne göre dinliyor. Kötü kişi, beni kendi hisleriyle telif ediyor ve öyle anlıyor. Hak yolcusununsa, benimle ruhaniyeti artarak, hissiyatı coşuyor ve ney ona şifa oluyor” derken de sanki buna işaret etmiş gibi…

Peki, neden böyle oluyor? Hazret’in başına gelen bu tecellinin sebebi ne olabilir acaba?

Kestirmeden düşüncemi söyleyeyim. Mevlâna, eserlerini, yolunda olduğu Kur’an’dan ilhamla kaleme aldığı için, bu eserler, Allah’ın kendi Kitabına lutfettiği bir özellikten hisse almış olmalı; o özellik o çağlar üstü kitabın inananların imanını, inkarcıların da inkarcılıklarını artırmasıdır. Kur’an öyle bir kitaptır ki ancak kendisine iman edeni, ancak niyeti halis olanı doğru yola sevkeder; zalimlerin hüsranını ise artırır. Bakara’nın ilk ayetlerinde ifade edildiği gibi Kur’an ancak takva sahiplerini hidayete erdirir. Bu kadar rağbet gören, ancak herkesin durduğu yeri tahkim için kullandığı bu eserler, bir ikrâm-ı ilahi olarak, bu özellikten hisse almışlardır. Nitekim bunu Mevlâna Mesnevi’sinin önsözünde ifade eder: “Mesnevi imanlılara şifa, imansızlara hasrettir. Allah: ‘Kur’an-ı Kerim ile çoğunun yolunu azıtır, çoğunun yolunu doğrultur, hidayete eriştirir’ demiştir. Şüphe yok ki Mesnevi, temizlenmiş kişiler için gönüllere şifadır, hüzünleri giderir. Kur’an’ı açıkça anlamaya yardım eder, huyları güzelleştirir. Gönülleri temiz insanlardan, hakikati sevenlerden başkalarının Mesnevi’ye dokunmalarına müsaade yoktur.”

Bugün Mevlâna’yı kendi heva ve hevesleri çerçevesinde anlamaya çalışanlara karşı başka söze gerek var mı? Var diyenleri Hazret’in sanki başına gelecekleri tahmin etmiş gibi bugünü anlatan şu ifadesini dikkatli okumaya davet ediyorum:

“Bu can, bu tende olduğu müddetçe Kur’an’a kulum, köleyim; Muhammed Muhtar –sallallahu aleyhi ve sellem-‘in yolunun toprağıyım… Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bîzârım, o sözden de…”

Mevlâna sadece sözünü istediği gibi aktaramamanın hasreti ile gitmemiş; karşısındakinin alabildiği ölçüdeki sözünün gün gelip de yanlış yorumlanabileceğine ilişkin bir endişe de beslemiş. Bugün ortada Mevlâna bezirganlığı yapanlara bakınca Hazret endişesinde ne kadar da haklıymış! O’na ait olduğunu, O’ndan beslendiğini iddia eden ne kadar çok ses var. Ama bunların büyük bir kısmı kendisinin Kur’an ve Sünnet olarak ifade ettiği o ana yolun dışındaki sapa yolları işaret ediyor.

Mevlâna bugünü görseydi muhtemelen “Hasret sürüyor” diyecekti, “Sözü doğru anlayan adamın hasreti bitmemiş...”


Sahte Mevlâna’ları da Severiz

Musa Yay

Hz. Mevlâna bizim hem kültürel anlamda hem de edebi anlamda bir hazinemiz. Belki UNESCO’nun bu yılı Mevlana yılı ilan etmesi sebebiyle belki de hakikaten insanların kalbi ihtiyaçlarından dolayı her yerde bu büyük hak dostu konuşuluyor. Mesnevi en çok aranan kitaplar listesinde başta. Bir şey umuma mal olunca mizahının da yapılması kaçınılmaz. Mevlana’nın sözlerini hallerini kendilerine uyarlayan mizahi sözlerden bir kaçını arşivimden çıkartıp sizlere sunuyorum:

— Ben Mevlana değilim “Bana adam ol gel”

— Ya çevrimiçi olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi çevrimdışı ol.

— Yandım, piştim, şofbeni kapattım.

— Kimde çakmak yoksa yok olsun.

— Mevlana gibi dönüp durma.

Hz. Mevlâna Şems geliyor diyen birine yüklü para vermiş. Çevresindekiler “o adam yalan söylüyor niçin ona para veriyorsun?” demişler. “Ben Şems’in sahtesine bu değeri verdim, gerçeğine canını bile verebilirim” diye cevap vermiş.

Biz de bu olaydan ilhamla Mevlana’nın sözlerinin yanlış hallerini bile önemsediğimizi gösterdik. Hakikisine canımız feda...


GENÇ'ın Yazısı.