"Âsım`ın Nesli... Diyordum Ya..."
Siz bir dâvanın peşinde koşacaksınız ama gençliği önemsemeyeceksiniz. Elbette mümkün değildir bu. Zira tarihin her döneminde yükselen bir dâva ve inanç varsa orada gençlik vardır, gençliğin imanı, heyecanı ve fedakârlığı vardır. Bunu çok iyi bilen Âkif, bir gençlik, bir nesil ideali çıkarır karşımıza. Âsım’ın nesli…
Mehmet Âkif’i tanımamız ve sevmemiz için çok sebep var. Öncelikle o, millî şâirimiz olma vasfını fazlasıyla hak ediyor, bunu bilmemiz lâzım. Varoluş mücadelesi veren bir milletin damarlarına mısra mısra âb-ı hayat zerk eden odur. İstiklal marşının değiştirilemez maddeler arasında görülmesi elbette bir gereklilik değildir bizim için. Bu marş ve onun şâiri zaten hâla diridir, hâla capcanlı akmaktadır damarlarımızda.
Ancak onun millî şair olması, ümmetin dertlerine deva arayan, Müslümanların birliğini savunan abidevi-mücadeleci kişiliğini gölgelemez hiçbir zaman. Çünkü onun sanat ve aksiyonunun bel kemiğini teşkil eder İslam birliği, ümmetin terakkisi düşüncesi. Neredeyse bütün Safahat’ında İslam ümmetinin inhitatının sebeplerini tasvir eder, makus talihinin nasıl değiştirilebileceği üzerine acı acı söyleşir durur. “Dur ey yolcu!” diye başlayan mısralarında beraber ağlamak, paylaşmak istediği elem, zor zamanını yaşayan ümmetin elemidir. Bir taraftan geçmişteki ihtişama döndürürken yüzümüzü, uyanmaya, kımıldamaya, koşmaya cesaretlendiren, kamçılayan bir çağırışı vardır Âkif’in.
Onun bu çığlığı, yabana atılmamalıdır. Batı’dan gelen olumsuz akımların hercümerci içinde bocalayan nesle bir deniz feneri gibi yol göstermiştir o. Sadece bir nesle mi? Bunun cevabını Nurettin Topçu veriyor:“Eğer onların (Tevfik Fikret ve onun zihniyetindekilerin) eliyle zehirlenen bu neslin kurtarıcısı bir Âkif gelmemiş olsaydı, bugün belki bütün gençliğimizi bir bataklıkta boğuluyor bulacaktık.” Evet, o büyük Müslüman münevver, iman ve heyecanı, ufukları kuşatan fikir ve idealiyle kimlik ve fikrimizi alabora olmaktan kurtarmıştır. Bunu da bilmemiz lâzım.
***
Siz bir dâvanın peşinde koşacaksınız ama gençliği önemsemeyeceksiniz. Elbette mümkün değildir bu. Zira tarihin her döneminde yükselen bir dâva ve inanç varsa orada gençlik vardır, gençliğin imanı, heyecanı ve fedakârlığı vardır. Bunu çok iyi bilen Âkif, bir gençlik, bir nesil ideali çıkarır karşımıza. Âsım’ın nesli…
Safahat’ın altıncı kitabı “Âsım”ı, bu gençliği anlatmak için ortaya koyar Mehmet Âkif. “İlmi az, görgüsü çok, fıtratı yüksek bir imam” diye nitelediği Köse İmam’la hasbıhâlinden oluşur kitap. Sanki aynı kaynaktan doğup farklı mecralardan beslendikten sonra bir denizde buluşan iki nehir gibi çağlar Köse İmam ve Hocazade. Biri medreseli biri mekteplidir yani. Memleket meselelerine dair uzun soluklu, heyecanlı bir sohbete dalarlar. Âlem-i İslâm’ın ahvâli, köylünün perişanlığı, eğitim (medrese-mektep) meseleleri, batılılaşma, taklit, İslam’ı ve Kur’an’ı anlamamaktan kaynaklanan eksiklik, geçmişte kalan devasa bir medeniyetin izleri… Derken, söz döner dolaşır gençliğe gelir:
Âsım, aslında Köse İmam’ın oğludur. Çanakkale savaşı sebebiyle Avrupa’daki tahsilini yarım bırakmış bir gazidir. Âkif’in hem şahsiyeti hem de bilgi ve irfanıyla sevdiği bir gençtir. Çünkü o, hem fiziki bakımdan hasmının hakkından gelecek kadar güçlü kuvvetlidir, hem de ruhu bir kadın kadar ince ve duyguludur. Hele ilim ve irfanına söylenecek söz yoktur.
İki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb
Çünkü bîçarenin âtisine imanı harâb
Hissi yok, irfanı bozuk, azmini dersen meflûc
Hani ruhunda o haksızlığa isyan o hurûc?
(şebâb:gençlik; âti:gelecek; meflûc:felçli; hurûc:başkaldırı)
Böyle bir geçmiş vardır ama kesinlikle ümitsiz olmaya gerek yoktur. Çünkü bizzat imanın kendisi inkar etmektedir ümitsizliği. Hem Âkif sanki gençliği kımıldatmak için çizer gibidir bu tabloyu. Çünkü Köse İmam’ın:
Hâle baktıkça adam kahroluyor, elde değil
Bizi kim kurtaracak, var mı başka bir nesil?
sorusuna “-Âsım’ın nesli, Hocam,” diye cevap vermekte gecikmez. Köse İmam’ın ümitsizce “–Nerde!” itirazına da: “-İşte, diyor Boğaz harbi!” Yürümekten aciz olduğumuz bir dönemde bile, bu gençlik ayağa fırlamıştır. En ümitsiz anımızda dahi, umut kapısının kanatlarını bütün görkem ve ihtişamıyla açmıştır. Kısılmaya durmuş sesiyle daha söyleyecek çok şeyi olduğunu haykırmıştır. Ehl-i salibin son savletini de kırıp parçalamıştır.
Âsım’ın nesli bir ütopya değildir kesinlikle. Çanakkale’de yedi düvele karşı göğüs geren kahraman bir nesildir bu. Zulmü alkışlamayan, zalimi sevmeyen, zulme baş kaldıran; mukaddesat, maneviyat söz konusu olunca aslan kesilen bir nesil:
Âsım’ın Nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek
Âsım, aslında Köse İmam’ın oğludur. Çanakkale savaşı sebebiyle Avrupa’daki tahsilini yarım bırakmış bir gazidir. Âkif’in hem şahsiyeti hem de bilgi ve irfanıyla sevdiği bir gençtir. Çünkü o, hem fiziki bakımdan hasmının hakkından gelecek kadar güçlü kuvvetlidir, hem de ruhu bir kadın kadar ince ve duyguludur. Hele ilim ve irfanına söylenecek söz yoktur. Sohbeti, arkadaşlığı da o kadar güzeldir ki Âkif onunla sohbeti ganimet bilmektedir. Yani Âkif’in idealindeki gençtir Âsım. Bir taraftan da duruşuyla, zulme isyanıyla, vakar ve hayâsıyla kendi seciyesini gördüğü gençtir. Kendi hissiyatının hayata akseden tercümanıdır.
Bütün haksızlıkları eliyle düzeltmeye, toplumdaki bütün gayri ahlaki davranışlara dur demeye çabalamaktadır Âsım. Bir taraftan da gece gündüz, kalbi yıkık beyni harap vaziyette biçarelerin imdadına koşmaktadır. Ancak Köse İmam ondan şikâyetçidir çünkü başı beladan hiç kurtulmamaktadır. Öte yandan tahsilini de ihmal etmektedir. Mustarip baba Âkif’e dert yanmak için gelmiştir işte, çözümü ondan beklemektedir.
Âsım’ın da çok değer verdiği Mehmet Âkif, onunla konuşur, tuttuğu yolun eksik olduğunu, meselelerin derinden çözülmesi gerektiğini anlatır. Meseleyi derinden çözmek; yani kendini yetiştirmek. Günü birlik çözümler değil, uzun vadeli yatırımlar; nesli yetiştirmek mesela:
Çünkü milletlerin ikbâli için evladım
Marifet, bir de fazilet.. iki kudret lazım
Uzun bir uğraştan sonra Âsım’ı, tahsilini tamamlaması için ikna eder Âkif. Âsım ve o nesil tekrar Avrupa’ya dönmeliler, oradan marifeti, fenni, bilgiyi almalılar, İslam alemini yeniden mamur etmeliler. Bu keşmekeşe, bu sefalete bir son vermeliler artık. Ancak benliklerini, fazilet duygusunu yitirmeden. Fazilet duygusu bu millette en derin köklere yaslanmaktadır zira. O derin köklerin mübarek suyu da din-i mübin İslam’dır. Zaten milleti ondan ayırmanın imkanı da yoktur.
Âsım’ın şahsında hem idealindeki gençlik profilini çizer Âkif, hem de gençliğe yol gösterir. Sadece yol mu gösterir, yanmış bir volkan gibi lavlarını püskürtür üzerimize. Hatta kendine gel, diye bir tokat patlatır yüzümüzde. “Uyan artık” der, “uyan şu ölüm uykusundan!”
***
Belki cevaplandırılması gereken en hayati soru, bu idealin gerçekleşip gerçekleşmediği veya Âkif’ten bu yana Âsım’ın nesli’nin ne durumda olduğudur. Âkif, toplumların saadeti için marifet ve fazileti öngörüyordu. Evet, marifet; bilim, teknik sahasında o yıllara nazaran bu günün Müslüman toplumu çok daha iyi bir durumdadır. Belki ideal seviyede değildir; ancak biz de varız diyecek bir konumdadır. Âkif ve çağdaşları Efgani, Abduh, İkbal gibi ustaların yaptığı aşı tutmuş; onların yükselttiği ses ve ortaya koydukları çabalar bu gün meyvelerini vermiştir. Ancak süreç devam etmekte, Âsım’ın nesli ideali gerçekleşebilirliğini hala sürdürmektedir.
Fazilet cephesinde ise, Batı’dan gelen o hayâsızca akının bütün kuvvetleriyle daha bir üzerimize abandığı dönemlerde kendini siper etmeye devam eden bir nesil hep olagelmiştir. Âsım’ın vasfını hâiz bu nesil, kültür emperyalizmine, milli ve mukaddes değerleri yok etmeye çalışan bir ehl-i salibin postmodern savletine karşı canhıraş mücadelesine devam etmektedir. Bir taraftan ilim irfan geleneğini yeniden üreterek hücrelerini yenilemekte, her türlü eksikliğine rağmen din-i mübinin yaşanabilirliğini tüm dünyaya göstermektedir. Yani Âsım’ın Nesli derinden derine varlığını sürdürmekte; bir sonraki nesle o ideali aktarmayı başarabilmektedir.
Mesut Kaya'ın Yazısı.