Yusuf Deren

Kızlarının dinle alakalı sorularına kaçamak cevaplar versinler. “Kızım bunlar için yaşın küçük, büyüyünce öz iradenle kendi seçimini yaparsın” filan desinler. “Madem büyüyünce kendi öz irademle seçimimi yapmamı istiyorsunuz, o halde niçin daha altı yaşımda iken istemediğim halde beni bale kursuna gönderdiniz?” sorusunu sormak kızın aklına gelmesin.

Kırklı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim adamla, ondan dört-beş yaş küçük olduğunu zannettiğim kadın, bilet gişesinin önünde durup konuşurlarken onları izliyor ve onlara ait şöyle bir hikâye kuruyordum kafamda:

İkisi de Dalaman Lisesi’nden mezun olsun. (Pekâlâ, Boyabat veya Manavgat da olabilir). İlk defa okulun düzenlediği mezunlar gününde karşılaşıp, her ikisinin de hocalığını yapmış olan emektar edebiyat öğretmeni M. tarafından tanıştırılmış olsunlar. (“Bak seninle kimi tanıştıracağım. S. en başarılı öğrencimdi. Dört yıl önce mezun ettik kendisini”) Bu tanışmadan birkaç ay sonra nişanlansınlar ve evlensinler. Kadın coğrafya öğretmenliği yapsın, adamsa avukatlık.

İki yıl kadar memleketlerinde kaldıktan sonra Ankara’ya taşınmaya karar versinler. Bu karara aileler karşı çıkmışsa da, onlar bu itiraza kulak asmamış olsun.

Evliliklerinin üzerinden dört yıl geçtikten sonra ilk çocukları dünyaya gelsin. Adı Nâzım olsun bu ilk çocuğun. Ankara’ya taşındıkları günden bu yana Yenimahalle’de oturan aile, Nâzım’ın şerefine Yıldız’a taşısınlar evlerini.

Kadın son derece başarılı bir öğretmenlik yaparken, adamın işleri kötüye gitsin biraz. İşlerin getirdiği stres, adamı biraz gergin yapsın. Bu gerginlikten mütevellit ufak tefek tartışmalar olsun karısıyla arasında. Kadın hep alttan alarak kavganın büyümesini önlesin.

Sonra bir gün küçük Nâzım zatürree teşhisiyle hastaneye yatsın. Bir ay kadar sonra da kısacık hayatına nokta koyulsun. Çocuklarının ölümü genç çifti epey sarssın. Bu sarsıcı olayı unutmak için yeni bir çocuk dünyaya getirsinler. Bu kez kız olsun ve adını Pirâye koysunlar. Kulağına ezan yerine şu mısraları okusunlar:

“bulutlar geçiyor haberlerle yüklü ağır

buruşuyor hâlâ gelmeyen mektubun avucumda

yürek kirpiklerinin ucunda

benim bağırasım gelir

Pirâye Pirâye diye.”

Pirâye, Nazım’ın geride bıraktığı kasvetli havayı biraz dağıtsın. Adamın da işleri yoluna girsin (Mutlu sona doğru!).

Pirâye’den sonra başka çocukları dünyaya gelmesin karı-kocanın. Hayatlarını kızlarına adasınlar. Onu en iyi kurslara göndermek, en iyi şekilde okutmak konusunda ellerinden gelen gayreti göstersinler. Bir dediğini iki etmesinler kızlarının.

Her hafta tiyatro ve sinemaya kızlarıyla birlikte gitsinler. Genellikle Büyük Tiyatro’da izlesinler oyunları. Oyun sonrasında arabalarıyla Yıldız’daki evlerine geri dönsünler. Her hafta en az bir tiyatro, bir film, bir sergi ziyaret ederek kızlarına “kaliteli bir yaşam nasıl olur”u göstersinler. Bu arada kızlarının dinle alakalı sorularına kaçamak cevaplar versinler. “Kızım bunlar için yaşın küçük, büyüyünce öz iradenle kendi seçimini yaparsın” filan desinler. “Madem büyüyünce kendi öz irademle seçimimi yapmamı istiyorsunuz, o halde niçin daha altı yaşımda iken istemediğim halde beni bale kursuna gönderdiniz?” sorusunu sormak kızın aklına gelmesin.

Ne kadar Türkiye’nin iyi yönetildiğini düşünseler de, son seçimlerde, Çankaya’da oturup da AK Parti’ye oy vermek yakışık almaz diyerek istemeye istemeye CHP’ye vermiş olsunlar oylarını.

Tarih bilgileri “Osmanlı kötü yönetiliyordu” , “Padişah, İngilizlerle işbirliği içindeydi”, “Atatürk Samsun’a çıkmıştı”, “Gözleri çakmak çakmaktı”, “İsmet İnönü bizi İkinci Dünya Savaşı’na girmekten korumuştu” gibi cümlelerden ibaret olsun. Tanrı’ya “prensip” (?) ve “teorik” (?) olarak inanmamakla birlikte bir gücün varlığına inanıyor olsunlar…

* * *

Ben bütün bunları düşünürken, adam karısına “sen beş dakika bekle, ben namazı kılıp geleyim” demesin mi? Nasıl utandım, anlatamam. Sanki tek Müslüman benmişim gibi dünyada, neler de düşünmüştüm!


GENÇ'ın Yazısı.