Fedakarlık, hamlığını atmaya başlamış insanın özelliği. Ben’ini öne çıkarıp durmanın hastalığından kurtulmaya başlamış insanların hasleti. Mükafatlarda geri çekilmek, zahmetlerde ileri atılmakta geri durmamak demek. Feda edebilmeyi zorlanmadan gerçekleştirebilmenin alıştırması değil midir kurban kesmek?

Bedeni/taşıdığı yük büyüdükçe, bacakları/yükü taşıyan uzuvları da kuvvet kazanmalı insanın. Yoksa ansızın, bir adımın ardınca yere yığılıvermesi işten bile değil. İnsanın dünya macerası, bir gölgelik altında dinlenen yolcuya benzetildiğinden midir, halimiz nereye gidersek gidelim ve nasıl konaklarsak konaklayalım bir yolcununkinden azade olamıyor. Yolun meşakkati sırça köşklerde de, mağaralarda da bırakmıyor yakamızı. Bu ömür de sağlam ayaklar üzerinde taşınmalı o nedenle. Bizi bir adımdan sonra diğer adıma ulaştıracak kadar sağlam. Hareketten geri koymayacak kadar sağlam ayaklar.

Yazdan kalma bir sonbahar gününde, bize tarif edilen yolda ilerlerken, beyaz bir A4 üzerine yazılan uyarı ve ok işareti dikkatimizi çekiyor. Varılacak noktada değişiklik yapmasak da, yolumuzu biraz uzatmak pahasına, işaret edilen yerden geçirebiliriz herhalde.

Hayatımız dört hal üzere ayakta durmalı diyor arkadaş, yetişemediğim bir dersin notlarını aktarırken. Aşk, çaba, nefisle mücadele, fedakarlık. Ya hepsi ya da en azından biri üzre yaşamalı insan.

İlk köşeden sağa dönünde yeni bir kağıt ve ok işareti ile karşılaşıyoruz. Giriş yanda imiş: “Peygamber Efendimiz’in kadem-i şerifi ziyarete açılmıştır.”

Aşk; bir noktanın etrafında dönmek. Hiç biri yan yana olmasa da, her biri merkeze uzaklığı eşit olan noktalar kümesince yol almak. Nerede olursak olalım, merkezden daha uzak düşmeme hali bu. Aşk; tavaf etmek. Döne döne kemale ermek. Sırlarına vakıf olamasak da usulünden geri durmamak. Karalara boyanmak, karalara dolandıkça aklanmak. İhramı bürümek nefsin isteklerine. Kalbin kendisini değil titrekliğini sabit tutmak. Kalbin ümit ve korku arasında gidiş gelişleridir aşk.

Sabit duran bir ibre, nasıl elimizdeki pusulanın öldüğüne işaretse –ki çünkü doğru olanı titrek de olsa belli bir yönü göstermesidir- hallerimiz de sabit durmuyor. Havf ve reca arasında, ümit ile korku arasında, günah ile tevbe arasında titreyen, gidip gidip gelen hallerimizle ilerliyoruz yol boyunca. Günahı işlememek değil, işleyince geri dönmek –dua, tevbe- bize yakışanı.

Çaba başlı başına ümidin kendisi. Bir hanım naifliğinde somutlaşmış hali ile, Hacer olup, çölde yavrusu susuz kalınca olduğu yere yığılmamanın adı gayret. İmkansızlıklar çölünde koşmaya ümit bulacak kadar sıkı tutunmak ümitlerin sahibine. Kendinin de, kendine bırakılanların da asıl sahibini unutmamak. Çaba zaten Sahib’in varlığını idrakin bir sonucu değil midir? Ruhumuza üfürülen emaneti unutmamak için çabalamak. Sa’y etmektir çabalamak, çölün iki tepeciği arasında bırakılmış olsan da. Öyle güzel bir rengi vardır ki çabanın, sana değdikten sonra adını, adımını, kızgın kumu ve o kumdan fışkıran suyu unutulmaz kılar.

Nefisle mücadele şeytan taşlamaya eş. Dur durak bilmeyen bir savaşta her an tetikte olmayı gerektiren bir mücadele bu. Kimi zaman yoldaş gibi görünen düşmanı tanıyacak kadar uyanık, yerdeki bir taşı bile ona karşı silah olarak kullanabilecek kadar güçlü olmalı insan. Ara vermek yok bu mücadeleye, biraz dinlenmek, biraz tatile çıkmak yok. Çünkü dilimize, gönlümüze, sözlerimize elini değdirmek için küçük büyük demeden her fırsatı kollayan bir şeytan var yanı başımızda. Hiç de uzaklarda değil ve her an tetikte. Fakat daveti zayıf. Ona uymamak elimizde. Taşları unutmamak lazım o yüzden. Şeytan yoluna çıktığında korkma, bir taş al ve at!

Fedakarlık, hamlığını atmaya başlamış insanın özelliği. Ben’ini öne çıkarıp durmanın hastalığından kurtulmaya başlamış insanların hasleti. Mükafatlarda geri çekilmek, zahmetlerde ileri atılmakta geri durmamak demek. Feda edebilmeyi zorlanmadan gerçekleştirebilmenin alıştırması değil midir kurban kesmek? Yaptığınız amelin şeklinden ziyade içeriğinin, niyetinin Hakk’a ulaştığını bilmek, o içeriği temiz tutmaya çalışmak değil midir? Nefsini feda eder olgun insan, nefsinin de haklarına zulmetmeden.

Yolumuzu biraz uzatıp Rasul’ün ayak izini ziyaret ediyoruz. Bir anda sükunet ve huzur iklimine giriyoruz. Susamışlığımız da diniyor, karmaşıklığımız da. Ziyaretimizi gerçekleştirip, yürümeye devam ediyoruz. Adımlarımızda dört hali de bulmaya çalışarak yürümeye devam ediyoruz.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.