Edebiyat Ortamı Bulman Lazım!
Mahmut Çelik yazma işlerine daha Mavikuş dergisi çıkarken yani daha çocukken, bundan on yıl önce başlamış. Bir öykü yollamış bize Mahmut. Yazmaya devam etmeli elbette. Bulunduğu çevre sanatsal kültürel aktiviteler için çok müsait bir ortam: Başakşehi’rde yaşıyor. Orada bir kısım sanat edebiyat sohbetleri düzelemek hoş olur. Mesela değerli şair Osman Sarı orda oturuyor. Editörümüz Lütfi Arslan orada oturuyor. İHH’dan Murat Yılmaz orada oturuyor. Orada sanat edebiyat gençlik meselelerine ilişkin söyleşiler düzenlenmeye kalkışılsa öyle zannediyorum ki sadece Başakşehir’de oturan farklı bir yazar ve sanatçıyla üç beş yıl her hafta sohbet yapılabilir. Kimi güzel sohbet ortamları olduğunu duyuyoruz ama sanat edebiyat ortamı olduğunu duyamadık. Belki de vardır, varsa duyurmak isterim. Bu konunun üzerinde neden duruyorum, diyebilirsiniz ki “kardeşim biz şimdi Muş’ta oturuyoruz. Nerede bulacağız öyle yazarı çizeri.. Bize ne!” Haklı gibi görünüyor olabilirsin ama değilsin! İstersen senin yaşadığın yer de öyle bir bereketli ortam olur. Sen de bir halka bulabilirsin. Yapman gereken sadece biraz merakla, sorup soruşturarak yaşadığın şehirde mürekkep yalamış kim vardır, bakmak! Belki yaşadığın ilçenin kaymakamı iyi bir entelektüeldir. Belki şu an kendi halinde liseli bir genç olan geleceğin büyük bir yazarı ile ilk tanışan sen olacaksın yaşadığın köyde! Neden olmasın??!
Kimseyi küçük görme, yok sayma! Bil ki edebiyat ortamları sanat edebiyat çalışmaları için vazgeçilmez öneme sahip yerlerdir. Çünkü o ortamlarla eleştiri denilen kendinin, yazdıklarının, okuduklarının muhasebesini yaparsın! Sizlerden yaşadığınız şehirde mevcut edebiyat ortamlarına katılmanızı, yok ise de böyle bir ortam oluşturduğunuzun haberlerini okumak istiyorum. Ben burada bunun haberlerini bekliyor olacağım.
Küçük bir uyarı: Sakın öyle on onbeş kişilik bir ortam oluşturmaya kalkışmayın, iki üç kişi bile yeterlidir ilk planda. Hatta ebebiyatta kalabalık çabuk dağılmaya yarar. Bir şair şiir yazar, iki şair bir araya gelse dergi çıkartır, üç şair bir araya gelse kavga çıkar, dağılırlar!
Şiiri tartışmak önemli!
Mustafa Karadavut, Resul Boz, Nesrin Yalı, İbrahim Çimen, Salih Dereköy, Yasin Çatal, Zekeriya Arslan, Şule Aktan, Rahmi Coşar, Başkim Abdiu, Nehari Yener, Nesrin Bolaman, Halil Atik şiirlerini gönderen okurlarımız.
Belki dikkatinizi çekmiştir, Genç dergisinde şiir yayınlamıyoruz. Zira bu konuda yayın hayatındaki edebiyat dergilerinin tercih edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Ustalarla haşır neşir olmanın daha faydalı olacağını düşünüyoruz. Şiir üzerinde o kadar farklı yaklaşım var ki… Biliyorsunuz, şöyle bir söz vardır; “Her üç Türk gencinin beşi şairdir!” 1997’den sonra ortaya çıkan popüler şiir denilen mesnetsiz anlayışın da etkisiyle bu oran belki de beşten yediye çıktı.
O yüzden şiir vadisinde şaşkınlığa da düşmeden yürüyebilmek için dikkatli olmak gerekiyor. Şiir yazan arkadaşlarımızın şiir eleştirisi diye bir şey olduğunu, özgün şiir ile özgün olmayan şiirin ne demek olduğunu bilmeleri gerekiyor. Avrupa şiirinden, modern şiirden, tekke şiirinden, divan şiirinden haberdar olması onun şiir vadisinde atacağı adımları daha da güçlü yapacaktır.
“Uyandım rüyâdan...
Kapadım kapısını Gökkubbe`nin
Çektim perdeleri bulutlara
Donmuş düşleri ısıttım yüreğimde
Son bir selam yolladım umutlara
Her yer karanlık..”
Kütüphaneyi mekan edinmek iyi fikir!
Mesela yukarı alıntıladığım mısralar, dikkatinizi çekmiştir, fazlaca mısra kırma gerçekleştirmiş arkadaşımız. Serbest ölçülü şiirde dize kırmak çok da serbest değildir. Bu konudaki tutumunuz yakın durduğunuz şiir akımına göre farklılık arz eder. Bunları da şiir tartışmalarını takip ederek fark etmek mümkün aslında. Ben nereden bulayım şimdi edebiyat dergilerini, şiir dergilerini demeyin. Aramızda muhtemelen yaşadığı şehirdeki halk kütüphanesine hiç gitmeyenler dahi vardır. Bence oraya ara sıra, hatta sık sık uğrayın. Orada bir çok dergi göreceksiniz. Hece de orada, Dergah da orada, daha neler neler var…
Kütüphaneyi mekan edinmek iyi bir fikir. Hani çevrende sanat, fikir, edebiyat meselelerini konuşup paylaşabileceğin birileri yok diye yakınıp duruyorsun ya, belki o yok dediğin kişilerden birkaçı ile kütphanede tanışacaksın.
Kızsı yazı tuzağına dikkat!
Hatice Yeşil Çikolatalı Kız, Kar ve Renkler başlıklı bir yazı yazmış. Yazısında bizim “kızsı yazı” adını verdiğimiz tekniğin tüm izleri görülüyor. Ne demektir kızsı yazı, açıklamaya çalışayım biraz. Bunun için iki paragraf alıntılıyorum Hatice Yeşil’in yazısından: “Biri vardı, hep vardı, olacaktı ki; O; Çikolata sevdalası, gezme meraklısı bir kanatlıydı. Yıldızlar kadar değerli, çam kozalaklarından yaptığı sandık şeklindeki kulübesinde yaşardı; kendi renkli dünyasında tondan tona koşardı. Görünürken çok net, istemedi bunu. Onun derdi başkaydı. O renkli kalemlerini hissederken çok içinde, kalemlerine sarıldı ve bir daha da konuşmadı. Öyle bir şeydi ki tutunduğu, nereye gitse ulaşırdı. Ne benzine ihtiyacı vardı ne de suya.
Birazcık siyahtı herşey ve siyahla başladı. Hani bir şeydi ya o, hani anlatmak isteyip de anlatamadığıydı ya. Ne kadar da yalnızdı oysa, ne kadar da karmakarışıktı. Kırmızılaştıkça hissedişti ya daha derinden; hani siyaha döndükçe saklanış, asileşerek meydan okuyuştu ya. Ve sonra, sona varmak isterken, her defasında kayboluştu ya. Ne kadar da karşı çıkışı vardı kendisine, ne kadar da çok darılışı. Dönerek bakmıştı ya gökyüzüne kar yağarken, hani yeryüzünü unutmuştu ya harikuladeliğinden beyazın. Karla kaplı dünyaya uzandı. Boşlukları vardı, aldanışları, bir oraya bir buraya sallanışları. Kaçışları, kaçarken haykırışları… “
Kızsı yazı kullanmaktan kendilerini alamayanlarla problemlerimiz hislerini ifade etmek için kullanmayı tercih ettikleri sembolik ifadelerde başlıyor. Okuduğunuz metinde renkler tek başlarına renk olarak alınmamışlar, neler çağrıştıyorlarsa öyle alınıp öyle kullanılmışlar. Fakat tıpkı şiirini imgeye boğup şiiri kaybedenler gibi, yani bizim dizelerini okumakla boğuşurken “Bu bizi nereye götürüyor”, “Hoppolaa! Bu tamlama nerden çıktı şimdi, ne alaka!” demekten kendimizi alamadığımız şiirler olur ya; onlar gibi işte kızsı yazıda da bir şeyler söylenir ama o nedir, anlayabilene, bir bağlantı kurabilene aşk olsun!
Sembolleştirmelerle yazanının tam da ne demek istediğini kavratamayan yazıları biz edebiyatseverler pek sevmeyiz. Zira edebiyat bir anlatamama sanatı değil, bir güzel anlatma sanatıdır.
Mesela kırmızılaşmak diyor arkadaşımız. “Kırmızılaştıkça hissedişti ya daha derinden; hani siyaha döndükçe saklanış, asileşerek meydan okuyuştu ya.” Neyi hissediştir, nasıl kırmızılaşmıştır, bunları anlayamıyoruz. İnsan kızarır, insan morarır, insanın saçlarına ak düşer, gözleri simsiyah olur ama nasıl kırmızılaşır, bunu tahayyül edemiyoruz. Yazar bizden zihnindeki kırmızı ne ise onu ifade eden bir kırmızıyı oluveren birini tahayyül etmemizi istiyor. Fakat bunu yapamayız, yapmakla bir şey belirginleştiremeyiz zihnimizde. Hele hele bunu birbiri ardınca bir çok renk için yapmaya kalkışırsak zihnimiz bulamaç olur.
Biraz ayrıntıya fazla kaçtık gibi ama aslında yerimiz müsaade etseydi daha fazlasını anlatmak isterdim zira bu “kızsı yazı” engeline takılanların haddi hesabı yok!
Evet, kızsı yazı yazanlar yazdıkları yazılarını çok seviyorlar, muhteşem bir yazı yazdıklarını düşünüyorlar; çünkü anlam yoğunluğuna boğup kurban ediveriyorlar yazılarını. Ama gerçek öyle olmuyor. Bu tür yazılar karşısında “neden, niçin şöyle oldu, nasıl yani?” sorularımıza cevap alamıyoruz.
Hatice’ye ve Hatice gibi yazan yüzlerce arkadaşımıza Rasim Özdenören’in Yüzler kitabını okumalarını öneriyorum. Cihan Aktaş’ın öykülerini ve denmelerini okumalarını öneriyorum. Somut, basit, gerçek olaylar anlatmaya çalışmalarını, bunu gerçekten de denemelerini öneririm. Basit bir olayı güzel anlatmak gerçekten de kolay değildir; üslup dediğimiz şey tam da burada ortaya çıkar. Basiti anlatabildikten sonra daha zor hususları kalem dökmek daha kolay olacaktır.
Çok harika insanlar var!
Nilay Bozdemir Genç ailesine katılmaktan duyduğu mutluluğu anlatıyor mailinde. Nilay tam da son mailinde bize kendi gündemini anlattığı gibi yazılar yazsa harika şeyler yazacak. Yazı işinin sırrı doğallığındadır, onu bozmamak lazım. Bir de iyi okumak gerekiyor. Gerçekten iyi kitaplar okumak lazım. Zihin dünyamızın değerli, öncü insanlarla dolu olması lazım. Gündelik hayat bizi onlardan uzak durmak için çok zorluyor.
Allaha şükür, o kadar çok harika, kıymetli, güzel insanımız var ki. Sadece Türkiye’de değil, dünyada öyle değerli yazarlarımız, müzisyenlerimiz, sanatçılarımız, bilim adamlarımız, ahlak önderlerimiz var ki. İnanın her gün bir değerli öncü insanı keşfetsek 50 yıl onları bitirmemize yetmez. O yüzden kimi insanlarımızın “Bizim müslümanlar hiçbir şeyi beceremiyorlar, her şeyi ellerine, yüzlerine bulaştırıyorlar” tarzı sözleri hiç ciddiye almıyorum. Bu ay da bir çok okurumuzun ürünlerinden bahsedemedik bile.
Çetin Alev, Sönmez Zorlu, Volkan Yahşi, Gülden Soyal, Ali Emanet, Ümit Sınay, Mustafa Yağmur, Gamze Yılmaz, Reşat Güner, Yeliz İlgar, Merve Demiral, Tuba Sarıbayır, Aslı Erdoğan, Sümeyye Pesen’in ürünlerini de gelecek sefere inşallah masaya yatırırız.
Selam ve dua ile. Bayramınızı tebrik ederim.
Asım Gültekin'ın Yazısı.