Bir Garip, Özel Üniversiteye Düşmüş Diyeler
M. Emin Kul
Kapıdan ilk girdiğimde İstanbul’da bir tepenin eteğinde orman arazisinin içine bu kadar devasa yapıları nasıl kurdurtmuşlar diye çok şaşırdım, bizim köyün belki üç katı bir yer. Buraya kampüs diyorlar, içinde her şey var; yüzlerce kişilik; TV, spor ve konferans salonları, çeşit çeşit fakülte binaları, lokantalar, tenis kortları, market, banka, oteller, devasa açık kapalı havuzlar binlerce kişinin faydalandığı çeşit çeşit tesisler, tek eksik bir kişinin bile namaz kılabileceği bir mekânın olmayışı. Sorumlu kişiye bu isteğimi söylediğimde bunun mümkün olmadığını, en başta buranın bir kamusal alan olduğunu, her isteyene ibadethane açamayacaklarını, kendi dedesinin de hacı olduğunu ve çalışmanın da bir ibadet olduğunu söylediğini anlattı. Ben de kendisine Rabbimizin kamusal alanda da bulunduğunu, namaz ibadetinin de onun emri olduğunu, kendi dedesinin de bir mezhep imamı olmadığını ve sözlerinden hüküm çıkmayacağını, ayrıca öte tarafta dedesinden dolayı bir aile indirimi olmayacağını anlattım. Sonuç olarak bana namaz için bir yer göstermediler ama her uygun gördüğüm yer bir ibadet mekânı haline geliverdi; çamların altı, çimlerin üstü, boş sınıflar, tenha köşeler. Tek rakibim genç âşıklar, erken gelen yeri kapıyor.
İlk geldiğim de okulda kız ve erkeklere mahsus olmak üzere iki çeşit forma giyildiğini zannettim. Her öğrencinin altında kot pantolon, üst taraftaysa erkeklerin göbek deliğinden yukarısını kızlarınsa aşağısını açıkta bırakacak şekilde düzenlenmiş kıyafetleri vardı.
Çoğu kişi Mao’nun Çin’indeki gibi tek tip kıyafetle gezmekten hoşnut, buna moda diyorlar. Okulun çoğunluğunu oluşturan bu gruba girenlere tiki, bu guruptan en az iki kişinin oluşturduğu daha küçük guruplara da kanki deniyor. Tikiler yaklaşık elli kelimelik hazneye sahip değişik bir lisan kullanıyor. Ama bu kadarcık kelimeyle de her ihtiyaçlarını anlatabiliyorlar. Zaten yemek içmek ve eğlenmek dışında da pek bir ihtiyaçları yok gibi. Bunların zekâ oranlarıyla bir takım değişkenler arasında da ciddi bir ters orantı tespit edilebilir, şöyle ki: kızların saçını boyatanlarının sarılık derecesi arttıkça zekâ katsayıları düşerken, erkeklerin otomobillerinin boyutu büyüdükçe zeka seviyesinde aynı düşüş görünmekte. Okuldaki en sarışınların, en kamyona yakın jiplilerle kanki olması da bu varsayımın en önemli delilidir denilebilir.
Ayrıca okulun siyasi bir fikir haritasını çıkartacak olursak tartışmalar bakımından üç önemli akım mevcut durumda, sırasıyla sayarsak:
1. Yedi sene önce ulaştıkları Avrupa şampiyonluğuyla övünenler,
2. Onları yenebilmekle övünenler,
3. Tribünde en çok bağırmakla övünenler.
Kendilerini; insanlığı sarsacak derecede bir fikri derinliğin, kurumsal temsilcileri olarak ifade eden taraftar derneklerine üye olmayı, okul içindeki demokratik katılımcılığın en önemli göstergesi olarak da kabul edebiliriz.
Bunun haricinde ülkenin gidişatıyla ilgili 60 yaş üstü umutsuz ev kadınları ile paralel düşünebilen, ilköğretim düzeyi devrim tarihi kıvamında, reel desteği az derin desteği çok, ufak tefek gurup ve dernekler de mevcut. Bunlara uzaktan sempatiyle bakanların birinin “keşke babaannem gibi düşüneceklerine onun gibi börek yapabilselerdi” sözü durumu özetleyebilir.
Okul içindeki kuaförün sabah ezanıyla müşteri bulabildiği, teheccüd vakti okul çevresindeki tekel satıcılarının açık olduğu bir ortamdan bahsediyorum.
Dünya düzeni deyince aklına; idea kuponlarının yabancı takımları, uluslararası masa başı oyunları deyince aklına; king, briç ve batak gelenlerin çoğunluğu oluşturduğu bir ortamda entelektüel tartışmalar yapmaya çalışmanın zorluğunu düşünün.
Geçmişte devlet okullarında şiddetli ayırımlara tabi olmuş üniversite öğrencilerine inat özel üniversitelerdeki en ciddi fark belki de burslu-paralı ayrımı.
Anlatılanlar az çok her okulda yaşanıyor denilebilse de, ortama hâkim olan popüler kültürün kaleleri buralar. Ortama tepki duyan azınlık varsa bile bunun hangi metotla ortaya konabileceği, hakkın ve doğrunun nasıl temsil edileceği arayışı zamanla birlikte zayıflıyor. Eliyle ve diliyle yanlışlara itiraz edemeyenler kalbini besleyecek bir kaynağa da ulaşamayınca bir lut sendromuyla karşı karşıya kalıyorlar.
Böyle bir ortamda 4–5 sene geçirilip, büyük hatalara düşmeden günahsız, küpesiz ve top sakalsız çıkılabilirse; Merhum Ali Ulvi hocamızın söylediği”ateşler içindeler ama yanmıyorlar” tecellisi gerçekleşmiştir diyebiliriz.
GENÇ'ın Yazısı.