Susmayınca Sırlar Keşfedilmez!
Ayhan Işık
İnsan varlığı, sahibine teslim olduğu imtihan sonuçlarından muvaffak olarak çıkmayı başarmıştır. Sorguladığı, rıza göstermediği, arzularının ve nefsinin isteklerine tabii olarak mücadele ettiği durumların sonuçları ise hep hüsran ile neticelenmiştir. Hem dünyasını hem de Âhiret ’ini kendi elleri ile perişan etmiş, yaratılma sebebini doğru değerlendirememiş, kendi kendini ateşe atmıştır.
Hâlbuki Hz. İsmail (as)’in boynunu uzattığı îmanla, boynumuzu babamızın elindeki bıçağın altına uzatıvermiş olsak, gerçek sonuçla karşılaşacaktık. Tene sürülen bıçak kesmez mi? Kesmez. Ateş nasıl yakmadıysa, bıçakta öyle kesmez. Hz Yunus (as)’u balığın karnında yaşatan Rabb, isterse bıçağı kestirmez, ateşi yaktırmaz, Yusuf’u öldürtmez, Resûl’ü gördürtmez…
İnsanının kalp gözünün açılabilmesi için -günümüz neslinden, kendimizden bahsediyorum- dünyâya dâir bütün bildiklerini unutması gerekiyormuş. Ateşin yakıcı olduğunu bilmeyeni ateş yakmaz. Hâlbuki Cenâbı-Hak ateşi yakmak için yaratmıştır. İmtihan sırrına eremeyenleri de zaten ateşin en koyusu ile tehdit etmektedir. Ateş, yakıcılığını bilene, hak edene gösterir. Tabii tek şart var. Oda Rabbinin izin vermesi ve istemesi iledir. “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” buyurduysa mesele bitmiştir.
Sözüm; benim gibi hayatını kavga ve mücadele ile geçirenlere... Bir süredir kendi yaşantımda uyguladığım yeni strateji önüme yeni yollar, çözümler, bakış açıları getirdi. Artık mücadele etmeyi bıraktım. Yelkenleri indirdim. Zamanında yapılan ikâzları fark etmiş olsaydım bugün bulunduğum noktadan çok daha farklı bir yerde duruyor olacaktım.
Konuşmayı bıraktım önce. Daha doğrusu; beslendiğim kaynaklarda susma önerisi, îkazları dikkatimi çekti. Daha da doğrusu; konuştukça, anlaşamadığımızın, dibe vurmaya başladığımızın, çamura battığımızın farkına vardım. Dilin ne kadar tehlikeli bir organ olduğunu anladım. Ve sustum. Zîra genç arkadaşlarımın, Hollywood filmlerinden fırlamış insan tipleri gibi, kendilerince bir meziyet olarak gördükleri acımasızca yaklaşımları, hani “Ben adamın arkasından konuşmam. Yüzüne açık açık çarpar geçerim” vâri duruşlarının acımasızlığı canımı yaktı. Biz bu edepte yetişmediğimiz için, çevremizde gördüğümüz rahatsızlıkları insanların yüzüne tükürür gibi çarpamıyor iken, birilerinin yüzümüze tükürür gibi savurduğu, tenimizi çizip geçen lafların can acısını yüreğimde hissetmeye başlayınca sustum.
Susunca olay çözüldü zaten. Kavga bitti. Üstelik yorgandan da olmadan… Susunca; sular duruldu. Fırtına dindi. Yelkenler indi… Susunca; yavaş yavaş sırlar açığa çıkmaya başladı. Kalp yumuşadı. Yumuşak bir huzur aldı stres denen zamane rahatsızlığının yerini.
Susunca; düşünce, idrak ön plana çıkmaya başladı. Sanki ruhum kırk yıldır bu günleri mi bekliyordu ne?
Önce sustum. Her şey böylece başlamış oldu. Ama hiç kolay olmadı gevezelik tiryakiliğinden kurtulmak. Laflar geldi geldi ağzıma doldu… Yuttum. “Lafı çakıp geçme” acımasızlığının olduğu çok yerde gülümseyerek ortamı terk ettim. Molalarda vaktin çoğunu yalnızlığın hüküm sürdüğü koylarda geçirdim. Alayları, laf çarpmaları, tacizleri, kibarca, abartısız, tek kelimelik cümlelerle, karşı tarafa cevap hakkı vermeyecek ifadelerle geçiştirdim. Yüzümde sürekli sahte bir gülümseme ile işler yolunda mesajı verdim. “İşler yolunda, ben dostum, benden size ve kimseye zarar gelmez.”
Böylece antrenmanlı girdiğim Ramazan ayında bir fırsatını bulup kendimi tamamen boşa çıkardım. Unuturdum. Tâ ki birkaç gün öncesine kadar. Bir vesile ile bir arkadaşla ayaküstü biraz muhabbet edince gördüm ki bütün tehlikeler aynen yerli yerinde duruyor. Dedim ki arkadaşa ayrılmadan önce “Ben sizi tamamen unutmuş aklımdan çıkarmışım. Günlerdir kimse ile kavga etmiyordum. Fitne-fesat düşünmüyordum. Dedikodu gıybet yapmıyordum. Bak gördün mü yaptığımızı? Şurada ayaküstü bir sürü günaha girdik”.
Ne güzel her şeyi unutmuştum. Mücadele etmeyi bırakmış, yelkenleri indirmiştim. Teravih ile güne başlıyor, aile içi sohbet ve çayla devam ediyor, biraz Kur’an okuyup bir saat kadar uykudan sonra sahur telaşesi… Devamında mukabele, sabah namazı, eve dönüşte bir iki saatlik oyalanmadan sonra birkaç saatlik uyku. Daha sonra biraz Kur’an öğle namazı, ikindiye kadar tekrar Kur’an, kitap, sonrasında ikindi namazı ve tekrar Kur’an - kitap derken iftar hazırlığı…
Dedim ya her şey önce susmakla başladı...
GENÇ'ın Yazısı.