Taha Kılınç

Gündem, İran’la ilgili birçok haberler dolu. İran’ın salvoları, Amerika’nın ve Batı’nın taarruzları, korkular, önyargılar, yüzyıllardır birikmiş problemler… Derken ortaya çıkan sonuç şu: İran, Amerika kendisine saldırdığı takdirde, yardımına kimsenin koşmayacağı bir garip ülke konumunda…

Ayetullah Humeyni’nin, Bâkır Muîn tarafından yazılmış bir biyografisi var. Çok renkli, gayet sade ve anlaşılır bir eser. Ayetullah’ın bütün hayatı, yetişme tarzı, ailesi ve yakın çevresi, sonra Şah Pehlevî zamanındaki mücadelesi, nihayet İslâm Devrimi ve devrimden sonraki siyasî yönlendirmeleri… Humeyni hakkında derli-toplu bir Türkçe bir kaynak istiyorsanız, müracaat edebilirsiniz.

Tabii hayat enteresan olunca, o hayat hakkında anlatılanlar da enteresan oluyor. Yazar, harika bir araştırma yapmış. Ayrıntıları yakalamış. Normalde akıllara gelmeyecek olan hayatî bilgiler vermiş. Hatta Bursa’ya sürgüne gelen Humeyni’yi evinde misafir eden MİT görevlisinin eşini konuşturmuş. Kadıncağız, ne gördüyse anlatmış.

Siyah kaplı kitabın ön ve arka kapaklarına Humeyni’nin iki heybetli fotoğrafını basmışlar. Kapak zaten siyah, Humeyni de siyahlara bürünmüş. “Son Devrimci Humeyni” bu haliyle, kitaptan çok bir örgüt bildirisine benziyor.

Hani İran hakkında derin bir önyargı vardır ya toplumda, ben de kendi kendime şöyle hayaller kurarım otobüste kitabı okurken:

Ben kitaba dalmışım, içine gömmüşüm başımı. Tabii kitabın ön ya da arka kapağı hafif havaya kalkmış. Fotoğraflar görünüyor. Siyah, simsiyah. Bu halimle mitinge gidiyor gibiyim. Yan koltukta oturan yaşlı bir adam, bana da kitabıma da ters ters bakmaya başlıyor. Söylemiyor ama söyleyecek gibi duruyor. En azından içinden söylüyor: “Pis Molla! Sen İran’a git!” Ben de kitabı kapatıp diyorum ki bütün gücümle: “Sen ne biliyorsun Humeyni hakkında? Yarın Amerika İran’a saldırdığında, Amerika’yı mı tutacağız İran’ı mı?”

Hep böyle bir münazara düşlüyorum kendi içimde. Sinirli sinirli konuşacağım. Susturacağım adamı. Ezberini bozacağım. Kendisine öğretilenleri sorgulamasına yol açacağım.

Böyle bir şey elbette olmadı, olmayacak. Ne ben böyle bakanlara bir cevap verebileceğim, ne de insanların kafalarındaki önyargılar değişecek. Ama hayalini kurmak güzel…

* * *

Gündem, İran’la ilgili birçok haberler dolu. İran’ın salvoları, Amerika’nın ve Batı’nın taarruzları, korkular, önyargılar, yüzyıllardır birikmiş problemler… Derken ortaya çıkan sonuç şu: İran, Amerika kendisine saldırdığı takdirde, yardımına kimsenin koşmayacağı bir garip ülke konumunda…

İslâm ülkelerinin birçoğu Amerika korkusuna, bazıları din anlayışı ve mezhep farkı, bazıları da tarihsel kinler sebebiyle İran’a başka türlü bakıyor. Göreceksiniz, Irak ya da Afganistan için kopartılan patırtılar İran için olmayacak. Neden olsun ki? “Şii onlar!”!!?

İslâm dünyası, Filistin deyince, her şeye rağmen, ortak bir paydada buluşabiliyor ama İran deyince kılını kımıldatan pek olmuyor. Bunda kalıplaşmış önyargılar kadar, İran’ın o özgüvenli duruşu da etkili oluyor. İran, Allah’ın verdiği imkânlarla ileri seviyede bir ülke olma yolunda. Bu sebeple, Rusya ve Batı ülkeleriyle iş tutuyor. Gerçi Suriye’ye bedava mazot veriyor ama Türkiye için herhangi bir özel kredi bulundurmuyor uhdesinde.

İran’ın bölgedeki tek müttefiki ve can yoldaşı Suriye. Suriye’nin gücü (daha doğrusu güçsüzlüğü) belli. Ama, Suriye’yi İran için tercih edilir kılan şey, İsrail’in varlığı. Bu ortak payda, İran ve Suriye gibi, normal şartlarda toplumsal anlamda bir araya gelemeyecek uçları birbirine bağlıyor.

Suriye’nin 2000 yılında ölen lideri Hafız Esed’in, sapkın Alevi mezhebi Nusayriliği, Şiiliğin bir kolu olarak tescil ettirdiği (ve böylece toplumsal olarak kendini kabul ettirmeye çabaladığı) 1990’lı yılların başından beri, Suriye ile İran’ın arasından su sızmıyor. Bu tarihten önce de çeşitli yardımlaşmaları olan iki ülkenin en kritik dayanışması, İran-Irak Savaşı ve Hama Katliamı sıralarındadır. Gayri resmi söylemlere göre: Suriye, kendi komşusu Irak’a karşı İran’ı desteklemiş; İran da bunun karşılığında Hama katliamına ses çıkarmamıştır. Söylemler böyle. Vakıayı doğrulayan bir tespit bu.

* * *

Ne biliyoruz İran hakkında? Günlük haberlerden ya da yukarıdakine benzer yorumlardan başka, kendi İranımız var mı? İran’ı anlama çabamız ne kadar?

Bu sorular çok mühim.

Her şeyden evvel “İslâmî anlayış yönetime gelirse işte böyle olur” denilerek, her türlü problemin İslâm’a mal edildiği bir ülke İran...

Gelenekle dinin, modernlikle ilkelliğin kucaklaştığı, kendine has kurumlarıyla toplumsal düzenin sağlandığı bir ülke İran...

Şu anda topun ağzındaki ülke İran... Komşumuz İran...

Ve 1639’da sınırı çizmemizden beri aramızda hiçbir savaşın çıkmadığı bir ülke İran...

“İşte öyle bir şey!”


GENÇ'ın Yazısı.