Bana Hikaye Anlat
“düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık düşman dağıldı dedikleri
bir anda anlaşılıyor baştan beri bütün
yenik düşenlerle aynı kışlaktaymışız”
İsmet Özel
“Bana hikâye anlatma!” Karşımızda gevelemeye başladığını düşündüğümüz kişilere böyle söyleriz. Yani lafı dolandırma, yani bana neyse onu anlat hemen ve kapa çeneni. Ben şimdi bir hikâye anlatmaya başlayacağım ve bu hikâyeyi okumasını istediğim kişilerin; “bana hikâye anlatma!” diyebilecek konumdaki insanlar olmasını arzu ediyorum. İçinde büyüdüğüm meclislerden, dinlediğim kadarıyla iletmeye çalışacağım bu hikâyeyi:
“İki adam bir caminin avlusunda (olmalı?) oturuyorlarmış. Adamlardan biri diğerine, biraz ileride arkası dönük vaziyette oturan üç adamdan en baştakini göstererek; “git bakalım” demiş “şu adamın kafasına bir tane şaplak at.” Adam buna pek de bir anlam veremeyerek gidip yapıştırıvermiş şaplağı adamcağızın kafasına. Tokadı yiyen adamın ayağa kalmasıyla kendine vuran adama aynı ayarda bir tokat yerleştirmesi bir olmuş. Attığı tokadı gerisin geriye alan adam, arkadaşının yanına geldiğinde arkadaşı; “işte” demiş “bu şeriattır” ve bu kez de ikinci (ilk tokadı yiyenin yanındaki) adama aynı ayarda bir tokat atmasını istemiş. Adam da gidip atmış tokadı tabi. Tokadı yiyen adam arkasını dönüp şöyle bir bakmış kendisine vurana. Sonra tekrar önüne eğmiş kafasını. Tokadı atan adam tekrar arkadaşının yanına geldiğinde, arkadaşından bunun da “tarikat” olduğunu öğrenmiş. Lakin arkadaşının son bir isteği daha varmış, o da malumunuz üçüncü sırada duran adamın kafasına vurmasıymış. Adam gitmiş ve arkası dönük olan üç adamdan sonuncusunun da kafasına tıpkı diğerlerine vurduğu ayarda bir tokat vurmuş. Lakin tokadı yiyen adam kafasını kaldırıp bakmamış bile arkasına. “İşte” demiş arkadaşı “bu da hakikattir.”
Anonim hikâyemiz bu kadar. Şimdi hikâye anlatma sırası bende. Ama anlatmaya başlamadan şunu belirtmeliyim ki; bu kıssadan hareketle; batı egemenliği altındaki modern çağda; Müslümanların bu üç davranış kalıbından hangisini şiar edineceklerini önermeyeceğim. Müslüman, kafasına tokat yiyen bu üç adamdan hangisi olursa olsun; bana göre bu örnekte dikkat çekilecek husus; Müslümanların bu çağda her hal-ü karda kafasına tokat yiyen insanlar durumunda oluşudur. Yani Müslüman için, bu çağda yalnızca yaşıyor olmak bile, küfür ve sapkınlığın içinden her an meçhul bir tokat yemeği göze almak demektir. Müslüman olan, bunu iddia eden kişioğlu; bu çağda hiçbir rahatsızlık duymaksızın yaşamayı başaramamalıdır. Çağın tanımını ve Müslümanlığın tanımını yan yana getirdiğinizde zıtlığına vakıf olamıyorsanız, işte siz de çağın insanı olmuşsunuz demektir. Hemen rahatsız olmayı, rahatınızı kaçırmayı öğrenmelisiniz. Dikkat çekerek övüneceğim bir diğer nokta ise; tokadı atanların, tokat yiyenleri tanıması, konumlandırmasıdır. Fakat buna dikkat çekebilmekten dolayı duyduğum övünç bunu bilmekten duyduğum üzüntüden daha fazla değildir.
Bu son söylediklerimin hepsi bir anlam ifade eden şeyler. Ama aynı zamanda hepsi, ayrıca bir sürü açıklama getirilmezse saçmalama emareleri içeren ibareler. Her biri birer konu başlığı olduğundan dolayı değil. Her biri çağın söylene gelen yalanlarının üstüne yürüme potansiyeli taşıdığından dolayı, her biri biraz rahat kaçırıcı ifadeler. Bu çağda (çağımızda demek içimden gelmiyor) Müslümanların tokat yiyen insanlar olduğunu söyledik. Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki; kıssada mevzu bahis olan üç adamın davranışları (tokada verdikleri reaksiyonlar) yalnızca bu bireylerin sahip oldukları değerlerle birlikte anlamını kazanır. Giderek o değerlere sahip olan bir bünyeden çıkması sonucu bir anlam ifade ettiğini söyleyebiliriz. Yani söylediğim şu; birinci adamın yediği tokadı aynen geriye iade edişi “şeriat” kavramı içerisinde, ikinci adamın tokadı yedikten sonra, yalnızca kendisine vurana şöyle bir dönüp bakmasının ardından başını tekrar önüne eğişi “tarikat” kavramı içerisinde ve nihayetinde üçüncü adamın da tokadı yemesine karşın kafasını bile kaldırmayışı “hakikat” kavramı içerisinde bir anlam kazanır. Yani, pekâlâ bu davranışları sergileyenlerin yerinde gayrimüslim üç kişi de olabilirdi. Biraz daha açmak gayesi ile bu üç tepkiyi verenlerin her birinin birer gayrimüslim insanlar olduklarını varsayalım (hakikaten alt satırları okumadan önce biraz kendiniz varsayın ve düşünün) ve her hareketi buna göre bir daha yorumlamaya kalkalım.
Tokadı yiyen birinci gayrimüslim kimse için şunu diyebilirdik; “Adam haklı, sana vurana sen de vuracaksın arkadaş. Yiğit adammış, hakkını savundu.” Şimdi tokadı yiyen ikinci gayrimüslim kimse için bir yorum yapalım; “adam kendisine vurana söyle bir baktı, gözüne kestiremeyince başını önüne eğdi. Tırsak herif!” Aynı mantıkla gayrimüslim olduğunu varsaydığımız üçüncü adamın da; “kaypak, sindirilmiş ve vurdumduymaz” bir davranış sergilediğini söyleyebilirdik. Ama biz ne yaptık? Şeriatı şiar edinmiş adamın kıssasa-kıssas uyguladığını, tarikata bağlanmış adamın; tokadın Allah’tan geldiğini bilmesinin yanında vesilenin kim olduğuna baktığını ve hakikate ermiş adamın da Allah’a tam bir tevekkül içerisinde olduğundan ötürü, başını bile kaldırmadığını düşündük ve böyle yorumladık. Buradan anlaşılıyor ki; sergilemiş olduğumuz davranışlar; dünyadaki gerçek var oluş amacımızı doğru bir şekilde yorumlayıp, evrende kapladığımız yerin amacını ve mümkünlüğünü algılamakla, yorumlamakla ve adını (koymak değil) bilmekle bir anlam ifade edebiliyor, anlamını buluyor.
Modern çağda, batı tarafından devamlı “tokatlanan” Müslüman dünyasından; birinci adamın verdiği (şeriatın öngördüğü) tepkinin çıkmadığı çok açık. Müslüman dünyasının kendisine vurana dönüp şöyle bir baktığını söyleyebiliriz belki. Ama batının kitle iletişim aygıtlarına ve haber alma ağına olan hâkimiyeti sebebiyle, bakış açımızda bir sürü çarpıklıklar doğmuştur. Oturan üç adamdan ikincisi (ortadaki) kendisine vurana dönüp bakmayı amaçlıyordu değil mi? Modern çağdaki Müslüman dünyasını, ortada oturan adamın yerinde olarak düşündüğümüzde göreceğiz ki; adam kendisine vuranın, sağındaki ve/veya solundaki (şeriat ve/veya hakikat) olduğunu sanıyor. Yani arkasında duran üçüncü bir şahsın, “dışarıdan” ona vurduğunu fark edemiyor. Bunun yanında kendisine zararı olmayan hatta onunla aynı “kışlakta” olan kişilere hasma ne bakıyor.
Tabii kitle iletişim araçlarının batı merkezli oluşu, yalnızca bakış açımızı çarpıtıp tokadı atanı yanlış görmemizi değil; düşüncemizi çarpıtıp, “cinnet” noktasına düşmemizi de sağlayabilir. Zira cinnet geçiren bir adamın, “kendi kendini tokatladığını” görmüştüm ben bir keresinde…
Murat Sözer'ın Yazısı.