M. Emin Kul

Teknolojik aptallık kavramı; makine ve teknolojinin aşırı etkisi altına giren insanlarda oluşan bir çeşit meslek ve çağdaş hastalık olarak tanımlanıyor. Bu durum özellikle günün büyük kısmını sanal âlemde çeşitli makineler karşısında geçirmek zorunda kalan çalışanların bir takım beşeri özelliklerinin zaafa uğraması olarak da açıklanabilir.

Özellikle son on yılda iletişim teknolojisinin hızla gelişmesiyle ortaya çıkan internet dünyası, her geçen gün insanları kendine bağlayacak yeni alanlar üretiyor. Bir anda kendilerini büyük bir sanal dünyanın içinde bulan insanlar aslında sadece bir ekran karşısına hapsolduklarının idrakine varamıyorlar. Asıl hayatın gerçekleri sanal hayatın yanılsamalarına kurban gidiyor. Yüksek lisans seviyesindeki öğrencilerin bile verilen bir araştırma çalışması sonrası “Hocam böyle bir konu yok, gogıl’da bulamadım” dediğine şahit olabiliyorsunuz.

80’leri yaşayanlar; eline telsiz geçiren meraklılarının “arkadaş arıyorum arkadaş” diyerek saatlerce kendilerini helak ettiklerini iyi hatırlarlar. Telsiz kuşağından telefon mesajcılarına geçiş epeyce uzun zaman aldıysa da hemen arkasından gelen MSN modası insanların zaten hayli sınırlı olan sosyal hayatını daha da sanallaştırmış görünüyor. Zamanının büyük kısmını MSN’de geçirenler, bir taraftan onlarca yıllık komşusuyla bir fincan çay içemez, hastalığını kapıya gelen ambülânstan ölümünü cenaze arabasından öğrenirken, diğer taraftan hayatta hiç karşılaşmadığı veya on dakikasını geçirmediği tanıdık tanımadık bir sürü insana sadece mail listesinde olduğu için, hergün başkaları tarafından hazırlanmış, çoğu 50–60 IQ aralığı zekâya hitab eden; şiir, fıkra, özlü sözler, resimler, bulmacalar, bilmeceler, romantik ya da acıklı hikâyeler, dini ve milli içerikli yazılar, ibretlik deyişler, sağlık öğütleri, sevgi sözcükleri ve daha bir dolu akla hayale gelmedik malzemeler yolluyor ve kendilerini de mutlu ve oldukça sosyal hissediyorlar.

Sanal âlemcilerin son numarası Youtube’dan sonra Facebook modası. Sadece ülkemizde yüzbinlerce kişi bu işi kimlerin; niye başlattığına, hangi hedefleri güttüğüne, sonucun nerelere kadar uzanacağına bakmadan gelmişini, geçmişini, hayatının tüm ayrıntılarını Nobel aday listesine giriyormuş psikolojisi içinde, ucu bucağı bilinmeyen bir sanal âleme teslim ediyor. Bu işin zararı nerelere kadar uzanır bilinmez ama görünen en büyük faydası, bugüne kadar hiç merak edip aramadığın feysbuk çıkmadan da aramayı bile düşünmediğin hayatına şu veya bu şekilde girmiş tanıdıklara ulaşmak. Aynı şey onları bu güne kadar aramayıp ancak buradan bulanlar için de geçerli.

“Bir sürü eski okul arkadaşımı gördüm” diyenlerin bugüne kadar kaç defa mezuniyet gününe gittiğini, “hiç görüşmediğim akrabalarımı buldum” diyenlerin en son hangi bayram telefon açtığını sorsak, bu işin bir ahde vefa anlayışından değil, kendini sanal da olsa bir yerde varetmek merakından kaynaklandığını anlarız.

Sanal âlem zahir âleme, zahir âlemde esas âleme bizi taşıyabildiği derecede makbul ve önemlidir. İnsan her âlemde varlığını değil hiçliğini öğrendiği ölçüde değer bulur. Ne mutlu yoklukta varlığı bulanlara.


GENÇ'ın Yazısı.