İnsan Bilmez, Bilmediğini
Ömer Faruk Türk / Genç Haber Merkezi
Gaybı bilmez insan. Birçok şeyi bilmediği gibi Yaratanını da bilmez hakkıyla. İnsan “Bildim!” sanmaktadır lâkin bilmez hakkıyla daha nicesini… Susayınca su içmeyi bilir fakat aslında susadıklarına hep kuraktır. Önyargısının ve kendisine fazla gelen gururunun çölündedir, azımsanamayacak kadar çok insan. Tıpkı benim, senin ve bir diğerinin olduğu gibi.
Aslında insan aldanırken aldatır. Aldatan da kendisidir, aldatılan da. En büyük işlenmişidir insan, günahların. Ve yine insandır, aklının tersiyle ittiği şeylere en çok ihtiyacı olan. Ve sormaktan usanmaz; ne yapacağının cevabını bulmak için aslında umurunda olmayan soruları. Böyle sürer gider bu küçük ifade içinde ki büyük muamma…
Kırar, kırılır ve içten içe, dışa vurur çürüklüğünü. Çekilmez, davranışları leş kokan bir illete dönüşür. Her ne kadar temelli olmasa da bu dönüşümün, kalıcı olarak bir şeyleri götürdüğü su götürmez bir gerçektir. Ne davranışı bütünlüğünü korur insanın, ne de telaffuzları. En doğal kırmızı neyde, kimde yâhut hangi nimette varsa işte onun en çürük hâlidir insan kendi elinden geçtikten hemen sonra. Kıtmir sadakatini dahî niyâz eder kimi insan fakat bilemez ki o duygu, o fiiliyat onun için fazla Kıtmir kaçmaktadır. Fakat yine de ister insan, doğasında var ya hani, ne istediğini sormadan kendine ister de ister… Lâkin yine o insandır ki daha elinde ki imkânları, elindeki irâdeyi kullanamayacak kadar zayıftır, yüzsüzdür.
Oluru da bilmez olmazı da… Sevenini bilmez. Bilse de aslında, bilerek unutur, başka yolu yoktur ki nankörlüğün. Aslında her dâim dillerindedir sevenlerinin. Hem de tekrar tekrar sevilerek…
Hoş! Kendini bilmez ki insan. Ne olduğunu, ne kadar yetkisiz olduğunu unutur, arsızca. Ya sokar yedi kat dibine yerin yâhut havalardadır burnu kimisinin. Ve kadir kıymet anlayışından yoksunken kararır yürekler, hisler, zihinler ve o an için is karası olur bahşedilmiş nimetler…
GENÇ'ın Yazısı.