Biz, görünmenin ve göstermenin hoş sayılmadığı bir medeniyetin çocuklarıyız. Bizde saklamak, örtmek ve ifşa etmemek esastır. Biz iyiliği de örteriz, günahı da örteriz. İyiliği örteriz, çünkü tevazu gibi bir hasleti önemseriz. Kötülüğü örteriz, çünkü kötünün yayılması, en az kötü kadar kötüdür, biliriz. Hak bilsin, halk bilmese de olur der, geçeriz. Hakikatin tam anlamı ile buradan başka bir yerde ve başka bir zamanda, üstelik insanlar eli ile değil, Hak eli ile ortaya çıkartılacağına dair inancımız bize bunu böyle öğretmiştir. Hâsılı, biz açmayız, örteriz.

Ama ne yazıktır ki son dönemde bir görünme ve gösterme merakı aldı başını gidiyor. Teşhir diye ifade edebileceğimiz bu hastalıklı hali, bir alarm zili şeklinde kapağa taşımamız bu yüzden. İnsanlar giyimlerinden bedenlerine, özel hayatlarından sosyal ilişkilerine her şeylerini kendi dışındakilerin gözüne sokma tavrı içerisindeler. İşin kötüsü bu halin gayet doğal görülmesi ve bir tür yarış havası içerisinde her geçen gün daha da vahim bir yere doğru seyretmesi. Teşhir, bizim genetiğimize aykırı bir sapma hali ve bu marazi hal sosyal dokumuzu fena halde tahrip ediyor. Bu sapmanın en açık etkisi de mahrem dairesinin silikleşmesiyle ortaya çıkıyor.

Türk Dil Kurumu, mahrem kelimesine, gizlilik anlamı veriyor ki mahrem gibi bir kavrama ancak bu kadar mahrem kalınabilir. Mahrem gizlilikten çok daha özel bir muhtevaya sahip. Bize ait değerler dünyasının şifre kelimesi olan bu kavram mutlak hakikatle ilişkili olarak bizim “özelimizin” sınırlarını çizer. Mahremiyetini gözeten bir insan aslında insanın mutluluğu için konulmuş sınırları gözetmiş olur ki bu sınırlar son tahlilde toplum mutluluğunu da sağlamayı hedefler. Bozulma ve çürüme bu sınırların ihlali ile başlar. Mahremiyet zedelendiğinde insanın özündeki hakikatle buluşmasının önünde engeller belirir, çünkü fıtrata aykırı iş yapan mutlak güzellik ve olgunluğa doğru yolculuğunu erteler.

Teşhir, mahrem kavramını ortadan kaldıran bir toplum suçudur. Sırf görünme ve gösterme kastıyla bize kendi mahremlerini sınırsız ve sorumsuz bir şekilde açanlar aslında sadece kendilerine kast etmekle kalmazlar, bizim mahremimizi de abluka altına almış olurlar. Daha kötüsü, teşhir yolu ile kendi mahrem dünyasını sınırsız ve sorumsuz bir şekilde açan birisinin sergilediği narsistik duruş bizatihi mahrem kavramını örseleyen ve içini boşaltan olumsuz bir çarpan etkisi oluşturur. Kapağımız böyle önemli bir konuyu gündeme getiriyor, umarız faydalı olur.

Ramazan’da GENÇ Gönüllüler, Afrika seferindeydi. Uganda, Tanzanya, Burkina Faso ve Gana’ya giden kardeşlerimiz oralardaki sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde belki bütün ömürlerini olumlu etkileyecek harika işlere imza attılar. Yaz bitmedi ama… Bu ay sonu itibarıyla Çanakkale’de bir kampımız olacak. Yine gönüllülerimiz, Türkiye’de okuyan misafir öğrencilere Çanakkale’nin burcu burcu şehit kokan ikliminde ev sahipliği yapacaklar.

Bayramımız mübarek olsun. Rabbimiz daha nice bayramlara aşk, şevk ve gayret ile erişmeyi nasip eylesin. Bizi kendine doğru yolculuğumuzda yalnız bırakmasın, kendisi dışındaki sahteliklerin gözümüzü kamaştırmasına müsaade etmesin. İkbal, “Batı uygarlığının ışıltısı gözümü hiç kamaştırmadı, çünkü benim gözümde Medine sürmesi vardı” der. Her işimizde rehberimiz En Güzel İnsan olsun, O’nun sünneti ve yolunu tutmak anlamında gözümüzden Medine sürmesi eksik olmasın.

Bir sonraki sayımızda buluşmak ümidiyle Allah’a emanet olunuz.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.