İbni Battuta Ve Globalleşme
Nedim Kaya
İbni Battuta’nın bütün seyahatnamesinde anlattığı 14. yüzyıla ait dünya adet, an’ane ve alışkanlıkları itibarı ile bundan 40 yıl öncenin dünyasına çok benziyor ama bugüne asla. İşte beni en çok şaşırtan bu oldu. Cebinde beş parasız her gittiği şehirdeki sufi tekkesinden bir sonraki şehirdeki sufi tekkesine referans götürmek suretiyle yemiş, içmiş, gezmiş ve görmüş. Zaten zor olanda Fas’tan yola çıkıp 14 ay sonra Mekke’ye varana kadar olan bölüm. İki yıl Kâbe’de alimlerin dizinin dibinde oturmuş adamın o günkü şartlarda açamayacağı kapı yok.
Kitabın adı İbni Battuta`nın Dünyası. Medeniyet ve kültür tarihçisi Ross E. Dunn tarafından yazılmış ve Yeşim Sezdirmez’in çevirisi ile Klasik Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılmış. Belki çoktan çıkmıştır ama ben yeni okudum. İbni Battuta’nın bütün Rıhle’sini okuyacak zamanı bulamayanlar veya teferrruattan sıkılanlar için Azerbaycanlı ünlü Halk Şairi Mehmet Aslan’ın deyimi ile suyunu sıkıp şırasını çıkarmış. Kitabın bir başka değerli tarafı ise sadece İbni Battuta’nın seyahatnamesi ile yetinmeyip O’nun seyahat kronolojisine uygun olarak geçtiği yerlerin sosyal, siyasal ve coğrafi detaylarını vermesi.
Kitabın bende bıraktığı iki önemli izlemimi sizinle paylaşmak istedim. Daha önce Amerikalı bir yazardan okuduğum bir tespit şöyleydi; Adem babamızdan 1965’e kadar olan binlerce yıllık süreçte insanoğlunun boşanmayla sonuçlanan evliliklerinin oranı hep yüzde beş’in altında kalmıştı. Oysa 1965’ten 2007’ye kadar geldiğimiz 40 yılda Amerika’da bu oran her yıl değişmekle birlikte yüzde elliler civarına demir atmış durumda. Bu kadar hızlı olmasa da aynı yükseliş diğer dünya ülkeleri ve Türkiye için de geçerli. Geçen hafta Fransa’da yapılan araştırma ilk kez sokakta gördüğünüz her 100 çocuktan artık 50,5’ inin kendi anne babası ile yaşamadığını ortaya koyuyordu ki bu da bu oranı perçinlemektedir.
Ne oluyor da son 40 yıl bütün insanlık tarihine ait oranlara toz yutturuyor? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlar artık kendilerine çalışmaya başladılar ve hızla ben merkezli bir hayat tarzı oluştu. Hollywood filmleri ve yaygınlaşan kitle iletişim araçları bu liberal hayat tarzının hep şaşaalı tarafını yansıtarak insanlarda iştaha sebep oldular. Artık Afrika’da son mal varlığını verme pahasına bir TV alan gariban da, İran’da havuzun dibine çanak anteni saklayarak uyduya çıkan vatandaş da ağzı sulanarak bu liberal hayat tarzına bakmakta, fırsat buldukça da kendi hayatıyla bağdaştırmaktadır. Bunlar ve diğer sebepler globalleşen dünyanın hızla değiştiğini ve asla geriye bakmadığını gösteriyor.
İbni Battuta seferlerinde gittiği yerlerde kendisine sunulan yemeklerden bahseder. Kırım’a vardığında ve oradan Karadeniz’in kuzeyine geçtiğinde kendisine padişah tarafından ikram edilenler; erişte veya mantı (Dunn makarna diyor), at etinden yapılan salam, et ve kımız. İlginçtir 1997’lere kadar Orta Asya’ya seyahat ettiğimizde saygın misafirleri olarak bize hala –aşağı yukarı- bu menüyü ikram ederlerdi. Oysa şimdi aynı bölgelere gittiğinizde sizi Türk, Çin lokantasına veya McDonalds’a götürüyorlar. On yılda onbin yılın adetleri kayıp gitmekte. İbni Battuta’nın bütün seyahatnamesinde anlattığı 14. yüzyıla ait dünya adet, an’ane ve alışkanlıkları itibarı ile bundan 40 yıl öncenin dünyasına çok benziyor ama bugüne asla. İşte beni en çok şaşırtan bu oldu.
İkinci önemli izlenimim batılı seyyahların genellikle ülkesinin kralı veya önemli bir dini merkezi temsilen ve onların desteği ile seyahat etmesinden yola çıkarak, İbni Battuta, Evliya Çelebi gibi müslüman seyyahların da yanlarında 40 kişilik koruma ordusu, ceplerinde her kapıyı açacak çil çil altınla dolaştığını ve o tehlikeli sularda bu şekilde yüzdüklerini zannetmiştim. Hayır efendim en azından İbni Battuta öyle değilmiş. Cebinde beş parasız her gittiği şehirdeki sufi tekkesinden bir sonraki şehirdeki sufi tekkesine referans götürmek suretiyle yemiş, içmiş, gezmiş ve görmüş. Zaten zor olanda Fas’tan yola çıkıp 14 ay sonra Mekke’ye varana kadar olan bölüm. İki yıl Kâbe’de alimlerin dizinin dibinde oturmuş adamın o günkü şartlarda açamayacağı kapı yok. İbni Battuta büyük bir alim olmasa da nerede mübarek bir evliya kabri duysa o zamanki imkanlarla aylarca seyahat ederek ulaşmış ve duasını okumuş çok tez canlı olmasına rağmen bu tekkelerde günlerce, hatta bazen aylarca kalmış. Gittiği ülkelerde idarecilerle çok iyi ilişkiler kurma ve devlette görev alma konusunda zaafı olsa da, hayatındaki en önemli mevki olan Delhi Kadılığını bırakmasına sebep olan en önemli olaylar da onun bu tekkelerle olan gönül bağı olmuş. Yanında padişaha ait koruma ordusu ve onlarca köle ile seyahat ederken Hindistan’da bir anda soyulup sadece pantolonu ile kalabiliyor, hatta bir kaç kere cömert hediyeler sayesinde biriktirdiği servetleri elinden alınıp beş kuruşsuz kalabiliyor ama asla gideceği yeni şehirde kalacak bir konak, yiyecek bir lokma ekmek endişesi taşımıyor. Dikkat ettiği tek şey var; gittiği yerde küçük de olsa bir Müslüman topluluk var mı? Varsa bir tekke bulacağından şüphesi yok. O yüzden İbni Battuta’nın seyahatnamesi İslam coğrafyasının dışına çok nadir taşmaktadır; taştığı noktalar da zaten tartışmalıdır.
Daha fazlası için kitabı okumakta fayda var. Kaybettiğiniz zamana değeceğine inanıyorum.
GENÇ'ın Yazısı.