Gözleri Kapalı Beş Adam
Gözleri kapalı beş adam. Sağ ve sollarında elli beş çocuk. Elleri dizlerinde. Kaşları çatılmış. Toplu halde söyledikleri zikir, dua ve tesbihatın vecdiyle belli belirsiz bir hareket tutturmuşlar. Dillerinde, zikredilmekten nasiyeleri olmuş kelimeler var. Her gün, tam da bu saatte, güneşi uyandırıyorlar.
Camı, penceresi olmayan sıvaları dökülmüş bir bina. Pencere boşluklarından esen rüzgâr içerisini dışarısı kılmaya yetiyor. Sağ uçtaki kapı, erkekler için. Diğer uçtaki kapı da aynı yere açılıyor ama oradan salona değil, hanımlara ayrılmış küçük odaya geçiliyor. Yerdeki hasırlar altlarındaki tozla kardeş olmuş. Ferleri bu yüzden kesilmiş herhalde. Yine de alêlusul düzlenmiş zemine göre tercih edilebilir haldeler. Duvarlarda dolaşan kertenkeleler sanki dekorun tabii unsurları… Aslında oradaki herkesin rahatlığı o kadar aşikâr ki… Ne varsa, zamana razı, yerine razı, kaderine razı ve maruz kaldığı her şeye razı sanki… İnsan, eşya, tabiat ayırımı yok burada. Burası herkesin ve her şeyin uyum içinde olduğu bir yer. Burası her şeyin bir şey olduğu bir yer…
Geceyi camide geçirmiş misafirler binaya meraklı nazarlarla giriyorlar. Buradan olmayışları ne kadar da belli… Her sabah namazı sonrası yapılan mutad zikre ilk defa katılacaklar. Biraz tedirginler mi ne? Meraklı gözlerle etrafı seyredişleri, muhataplarında benzer bir merakı tetikliyor. Gözlerden gözlere takılan kilitleri çözecek yegâne şey tebessüm. İçten kopup gelen gülümsemeler ne idüğü belirsiz havayı dağıtıyor, ortalığı ısıtıyor, birazdan misafirleri de oralı kılıyor.
Zikir halkasını yönetecek orta yaşın üstündeki adam nazarlarını bile iktisatlı kullanıyor. Sözlerini siz tahmin edin. Misafirlerin gelişi ile artan kalabalığa bakarak biraz düşünüyor. Yanındaki yardımcısına dönüyor bir şeyler söylüyor, ardından misafirler ortaya küçük bir halka oluşturuyorlar. Dışta mukimler büyük bir halka ile onları çevreliyorlar. Onlar için, içerideki beyaz küçük halka hariç bugün de her gün olandan farklı bir şey yok. Hem olmalı mı ki?
Beş yetişkin, elli beş Kur’an talebesinden oluşan ev sahiplerinin siyah tenleri alaca karanlıkta kaybolmuş gibi. Tek görünür yerleri yıldız gibi parlayan gözleri. Birazdan ne olacaklarını, ne yapacaklarını biliyorlar, bu kesin de birazdan ortadaki küçük halkanın ne olacağını, ne yapacağını merak ediyor olabilirler. Oturuşlarındaki edeb üstlerinde emanet gibi durmuyor. Masum bakışlarına ve tavırlarına sinen saflık sanki göklerdeki rahmet çekip alacak kadar cazibedar.
Az sonra büyüklerinin işareti ile ayağa kalkıyor ve el ele tutuşuyorlar. Önce lafza-i celal. Kısa süren “Allah” nidaları birkaçını hemen kendinden geçirmeye yetiyor. Sonra oturuyorlar İç halka seyrediyor. Hep beraber okunan göklerin anahtarı sözler yavaş yavaş havayı da, dekoru da, söyleyenleri de değiştiriyor. İç halka seyrediyor. Artık bundan sonrası bir başka âlemdir, bir başka mânâdır, bir başka haldir. Anlatabilene aşk olsun, anlayabilene aşk olsun…
Dış halka zikrediyor. İç halka seyrediyor.
Gözleri kapalı beş adam. Sağ ve sollarında elli beş çocuk. Elleri dizlerinde. Kaşları çatılmış. Toplu halde söyledikleri zikir, dua ve tesbihatın vecdiyle belli belirsiz bir hareket tutturmuşlar. Dillerinde, zikredilmekten nasiyeleri olmuş kelimeler var. Her gün, tam da bu saatte, güneşi uyandırıyorlar. Çocukların kimine uyku çöktü. Ama dilleri tekrar halinde. Kimindeki uyum şaşırtıyor. Bakışlarının kitlendiği beş adamı ne kadar da seviyorlar.
Dış halka kaynıyor. İç halka seyrediyor.
Burası Doğu Afrika’nın yolsuz, elektriksiz ve susuz bir köyü. Burası medeniyetin, teknolojinin ve refahın uğramadığı bir yer. Burası güneşle aydınlanıp, güneşle kararan bir yer. Burası suni ışıkların saf gece siyahını kirletemediği bir yer. Saat sabahın 6’sı. Alaca karanlık yerini bırakmamak için gayret ediyor. Ama nafile. Zikir devam ettikçe karanlık seyreliyor. Zikir devam ettikçe güneşe yol açılıyor.
Allah’tan ve Kur’an’dan başka gündemi, ümidi, derdi ve dermanı olmayan bu zamane garipleri insanlığın hastalığının şifasıdır. Onların her sabah kesintisiz yapageldikleri o tesbihat, o dua, o çığırışlar ve o iniltiler olmasaydı kimbilir bu dünya nasıl bir yer olurdu? Şükür ki varlar.
Dış halka yükseliyor. İç halka seyrediyor.
Gözleri kapalı beş adam ve elli beş çocuk. Elleri dizlerinde. Üstlerinde, başlarında yok. Ellerinde, avuçlarında yok. Yanlarında, civarlarında yok. Kimseleri yok. Dillerinde, gönüllerinde O var. Sadece O var. Sıraları yok, sınıfları yok, okulları yok, elemanları yok, bütçeleri yok, stratejik planları, rehberlik hizmetleri yok, sadece O var. Zikir de öyle diyor. Zikredenler de öyle diyor. Zikredenleri seyredenler de bunu görüyor. Zikir devam ettikçe, gece yerini gündüze terk ettikçe, sanki Hak gayrı ne varsa ortalıktan çekiliyor. Diller, gönüller, zihinler, bedenler zamansız ve zeminsiz tek bir noktada tevhid ediyor.
Dış halka genişliyor. İç halka seyrediyor.
Gözleri kapalı beş adam. Gözleri ile onları izleyen, özleri ile taklit eden elli beş çocuk. Burada, o sekinet ve rahmet meclisinde, geleceğe dair gönül bulandıran, zihin çelen kariyer düşünceleri, planları ve gelecek kaygıları yok. Burada sadece Kur’an var. Ümit de, korku da, sevgi de belirsiz. Belirli olan tek şey var. Her sabah bu tesbihat yapılmalıdır. Yine her akşam yapılması gereken bir vird vardır, atlanmamalıdır. Ve Kur’an… Okunmalıdır, ezberlenmelidir, talim edilmelidir, anlaşılmalıdır, anlatılmalıdır, uygulanmalıdır. Zikir de öyle diyor. Zikredenler de öyle diyor. Zikredenleri seyredenler de bunu görüyor. Zikir devam ettikçe, endişe yerini emniyete terk ettikçe, sanki siretler ve suretler saflaşıyor.
Dış halka büyüyor. İç halka seyrediyor.
Gözleri kapalı beş adam, gözleri kapalı elli beş Kur’an talebesinin hocası, hamisi ve mütevellisi. Ellerinde, avuçlarında, evlerinde yok. Ama kendileri buradalar. Varlar. Her gün, sabah ve akşam, Kur’anlarıyla varlar. Bir mübarek silsileden devraldıkları dua, zikir ve hayat tarzlarıyla varlar. Yok olacak, fena bulacak, sönecek, batıp gidecek şeylerle değil, sonsuzu bulacak, sonsuz olacak şeylerle varlar. Varlığın en hakiki manasıyla varlar. Zikir de öyle diyor. Zikredenler de öyle diyor. Zikredenleri seyredenler de bunu görüyor. Zikir devam ettikçe, varlık yerini Var olana terk ettikçe, sanki vücutlar, sanki var olmak hissi ortadan kalkıyor, yokluk yoğunlaştıkça hakiki var olan zahir oluyor.
Dış halka zamir oluyor. İç halka seyrediyor.
Gözleri kapalı beş adam. Sizi bu kadar yokluk içinde böyle bir varlık sahibi kılan nedir? Nedir sizi alıp da bu kadar imkânsızlık içerisinde böyle bir gayrete sevk eden? Elinizde, avucunuzda, ötenizde berinizde yokken, dilinizdekini, fikrinizdekini ve gönlünüzde var olanı bir sonrakilere aktarmaya iten nedir? Nedir, yüzyıllardır akıp gelen arı duru bir kaynağın başında sadece kendinizi değil, kendilerinden sonra kalacakları da sulamaya sevk eden, nedir? Nedir siz bu kadar aşkın kılan, nedir sizi bu kadar oradan ve burasının dışından kılan, nedir?
Dış halka seyr ediyor, iç halka seyrediyor.
Gözleri kapalı beş adam. Dillerinde dua ve zikir. Elleri dizlerinde. Dünya umurlarında değil. Ama onlardaki aksiyon kimsede yok. Çünkü onların kendine özgü aksiyonunun aksiyon kelimesi ile telif edilebilir bir tarafı yok. Her sabah, büyük bir aşk ve bitmeyen bir gayretle tekrar ettikleri tesbihatın haleli dünyası onlara yetiyor. Enflasyon, borsa, sosyal medya, haberler, politika nedir? Dünya niye dönmektedir? İnsanlar niye gelip niye gitmektedir? Anlam onların sadırlarındadır. Orası rahat etmelidir. Orasını bahara dönüştürmeyen hiçbir iş, iş değildir. İş; işte şuradaki elli beş çocuğa iletilendir. Sadırlarında ne varsa onlara aktarılmalıdır. Bildikleri, tekrar ettikleri ve öğrendikleri işte bu elli beş çocuğa devredilmelidir. Bu sadece dille olmaz; gönülle, halle olur. Duruşları o yüzden mühimdir. Her gün burada oluşları, burada bu halkayı tutuşları o yüzden mühimdir.
Gözleri kapalı beş adam. Uganda’nın ücra bir köyünde elli beş Kur’an talebesi ile kurdukları o dış halka büyüyor, büyüyor, yerinde durmuyor, göklere ağıyor. O halka gökler oluyor, gökler o halkaya iniyor. İç halka seyrediyor. İç halka hissediyor. İç halka biliyor: Burası artık sekinet ve rahmetin meclisidir. Burası bir rahmani sofradır, kendileri misafirdir, aldıkları ikram da göklerdendir. Burası artık Uganda’nın ücra bir köyü değildir. Burası misafirlerine ilahi bir sofradan ikram eden mukimlerin mükrimleştiği kerim bir mekândır.
Dış halka vesile oluyor. İç halka seyrediyor.
İç halkada oturan beyazlar düşünüyor. Ceplerinde dolarları, ellerinde erzak çuvalları, dönüp de macerasını anlatma, söyleme ve yazma derdi ile etrafına bakan o varlıklı beyazlar düşünüyor. Yüreklerinden ince bir kıymık zihinlerine yol açıyor, içerlerinde bir yerleri kanıyor ve beyazlar düşünüyor. Onlar, muhtacı bulmak için geldikleri şu mekânda şimdi ne kadar da muhtaçtır. Onlar Rabbi ve Kur’an’ından başka kimsesi ve bir şeyi olmayan şu dış halkadaki siyahlarla bir şeyler paylaşmak için gelen onlar, verdiklerinden çok aldıkları ile ne kadar da şaşkındır. Onlar, varlığın fukara ettiği zavallı onlar, yokluğun zengin kıldığı şu siyahların celbettiği rahmete ve sekinete ne kadar da muhtaçtır.
Gözleri kapalı beş adam ve elli beş çocuk. Elleri dizlerinde. Üstlerinde, başlarında yok. Ellerinde, avuçlarında yok. Ama dünya onlara muhtaçtır. Yoklukları ile var olmuş bu mübarekler zamanın ilacıdır. Allah’tan ve Kur’an’dan başka gündemi, ümidi, derdi ve dermanı olmayan bu zamane garipleri insanlığın hastalığının şifasıdır. Onların her sabah kesintisiz yapageldikleri o tesbihat, o dua, o çığırışlar ve o iniltiler olmasaydı kimbilir bu dünya nasıl bir yer olurdu? Şükür ki varlar. Şükür ki modernlikle kirlenmeden, mübarek bir emanet olarak baktıkları o kutlu kelimelerle her gün dünyamıza rahmet olup yağıyorlar.
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.