Yusuf Deren

Bak ablacığım, bu Allah’ın emri olmasa kimse durup dururken soğuk bir kış günü çorapları çıkarıp ayağını suyun altına sokmaz. Kimse durup dururken öğle arasında koştura koştura mescit aramaz veya sandalyelerin üzerinde namaz kılmaya çalışmaz. Bu Allah’ın emridir ve inançlı insanlar daha rahat, daha “hijyenik”, daha sağlıklı, daha huzurlu, daha gözden ırak mekanlarda ibadetlerini yapabilmeyi senden daha çok istemekteler.

Efendim, laikçiler büyük abdeste çıkmazlar, burunlarını temizlemeye ihtiyaçları yoktur (her daim temizdir çünkü), geğirmek gibi, af buyurun yellenmek gibi adi hasletlere sahip değillerdir, tertemiz insanlardır onlar. Bu yüzden lavaboda abdest alınmasını kesinlikle hijyenik bulmazlar.

Ama bu hijyenlerine düşkün laikçiler, beğenmediklerini aşağılama, şehirlerarası otobüslerde üç kuruş kazanç için muavinlik yapan insanları herkesin içinde azarlama, “ben de müslümanım” deyip inançlı insanlara çemkirme, çarşıda-pazarda, otobüste-dolmuşta kavga çıkarma gibi hakları kendilerinde bulabiliyorlar.

Ben hep şunu düşünmüşümdür: İki kız öğrenci birbirini ardınca kampüs kapısına doğru yürüyor olsunlar. Başı açık olan, iki lafı bir araya getiremeyen, hayatında hiç kitap okumamış, aptal aptal televizyon ekranına bakmaktan ve aklınca takıp takıştırmaktan başka (bunların sayıları hiç de az değil) dünya üzerinde bir faydası olmamış olsun (Başı açıklar hep böyledir demediğimi anlatmama bilmem gerek var mı). Başörtülü olansa birkaç dil bilen, dünyayı ve kendini tanıyan, konuştu mu dinleten, birçok insanın yardımına koşan bir insan (bunların sayıları da az değil) olsun. İşte bu iki kişi kampüs kapısına geldikleri zaman, içeri sadece biri girebilecekse sizce hangisi girmeli? Cevabını ben vereyim: Sizcesi, bizcesi yok. İçeriye üzerinde “simge” taşımayan, aklı hür vicdanı hür, çağdaş Türk genci olan birinci kişi girecektir. Nedenini bilmiyorum, böyle işte.

Yazının baş kısmında bahsettiğim lavaboda ayak yıkamak olayı geçtiğimiz ay (Ocak) çok tartışıldı biliyorsunuz. Ne yazdığı konusunda bir fikrim olsa da burada bundan bahsetmemin epey yakışıksız kaçağı Ayşe Arman, 9 Ocak 2008 tarihli yazısında bir bayan okurunun mektubunu yayımladı. Nazlı N. İsimli okur, bir pazar günü Sakıp Sabancı Müzesi`nde Abidin Dino Sergisi`ne gitmiş. Sergi oldukça güzelmiş. Sonra köşkün, zamanında Sabancılar tarafından kullanılan tarafını gezmek istemiş. O bölümdeki "kadınlar tuvaleti"ne girmiş. İçeride üç türbanlı genç kız varmış (veya türbanlı üç genç kız). Yanlarından geçip, kabine girmiş. Çıktığında birini ayağını lavaboya uzatmış, abdest alırken görmüş (hey bre hey, bu ne cesaret!). Yerler sırılsıklammış, lavabo kenarı da aynen öyleymiş. Şok (!) içinde yanındaki lavaboya elini yıkamak üzere uzandığında, ayağından sıçrayan suların eline geldiğine de şahit olmuş. O anda tepesi atmış. "Burası bu iş için uygun bir yer değil" diyebilmiş (“tepem attı” deyince ben de bir şey diyecek sandım). Kız ise "Başka yer yok, n`apim!" demekle yetinmiş. Nazlı Z. başka bir şey söyleyemeden, apar topar tuvaletten çıkmış. Çıktığı gibi de ilk gördüğü güvenlik görevlisine durumu anlatmış ve şikâyet etmiş.

Bu bilinçli, hijyenik vatandaşa bir iki lafım var: Bak ablacığım, bu Allah’ın emri olmasa kimse durup dururken soğuk bir kış günü çorapları çıkarıp ayağını suyun altına sokmaz. Kimse durup dururken öğle arasında koştura koştura mescit aramaz veya sandalyelerin üzerinde namaz kılmaya çalışmaz. Bu Allah’ın emridir ve inançlı insanlar daha rahat, daha “hijyenik”, daha sağlıklı, daha huzurlu, daha gözden ırak mekanlarda ibadetlerini yapabilmeyi senden daha çok istemekteler. Bundan kuşkun olmasın. Şayet bir gün olur da her alışveriş merkezinde, sinemada, müzede vb. mekânlarda nezih abdest yerleri yapılırsa, işte o zaman beraber, lavaboya ayak uzatanlara fırçamızı kayarız. O zamana kadar biraz saygı, biraz tahammül!


GENÇ'ın Yazısı.