Bir gezginin yapmak istediklerinin listesi yoktur. Gezmek istediği yerlerin listesi vardır. Bu liste değişken olduğu halde, on yaşımdan beri listemin bir numaralı yıldızı Güney Amerika diye parlıyordu. Duyduğum hikâyelerin etkisiyle mi? Uzak olmasının verdiği ulaşılmazlığından mı? Bilemiyorum.

Vize denen engel olmayınca, hayalimdeki seyahate çok kısa bir süre de kalkıştık. O kadar hızlı karar verdik ki, yaklaşık on beş saat uçuş yapacağımızı biletleri alınca öğrendik. El çantama ilk koyduklarım; uyku hapı, meyve, seyahat hakkında sayfalarca bilgi ve tabii ki Genç Dergisi oldu.

İlk durak Rio, akıllara karnavalıyla kazınan şehir. Her şubat sonu mart başı yapılan karnaval aslında bir geçit töreni ve samba okulları arasındaki yarışmadır. Rio’yu Rio yapan pek çok özelliği perdelese bile ben tropikal ortama hayran kaldım. Dört kilometrelik Copacabana kumsalından bisikletle yola çıktık. Bir yanda lüks oteller sıralanırken diğer yanda kumsal okyanusun dalgalarıyla buluşuyor. Spor yapmaya düşkün Brezilya halkı yediden yetmişe kumsalda yürüyor, kumda voleybol, futbol oynuyor, kafede Hindistan cevizi yudumluyor. İpenama kumsalına doğru pedallarımıza iyice asıldık. Gökyüzünde paragliding yapanları gördüğümüzde kimilerinin yüreği hopladı, kimileri yapmaya can attı. İsyan eden kaslarımızı dinlendirmek için bisikletlerden arabalara geçip dünyanın en geniş ormanı olan Tijuca yağmur ormanlarını gezdik. Burası küçük göletteki kocaman al balıkları, şelaleleri, birbiriyle sarmaş dolaş olmuş tropikal ağaçlarıyla şehrin içinde bir yağmur ormanı.

***

En azından bir geziyi yerel turla yapmaya karar veriyoruz. Petropolis’e hareket edecek tur otobüsü beklerken önümüzde acı bir frenle hurda solmuş kırmızı bir minibüs duruyor. Otobüsün yolcuları Brezilya filminden fırlamış gibiler. Her birleşme noktasına geç gelen Kolombiyalı bu sefer zamanında orada. Lastik terliği ve mayosuyla plaja gitmeyi bekleyen çift hiç soru sormadan oturuyor. İspanyolca, Portekizce ve İngilizce açıklama yapsa da İngilizce soruları cevaplayamayan rehber ve hiç yılmadan her seferinde soru soran, her sorusunda ön taraftaki altın dişi parlayan Arjantinli goucha (Arjantin kovboyu) dikkatimizi çeken diğer tipler. Hep beraber yazlık saray, sera ve tarihi binaları gezerek tura devam ettik. Minibüste arkaya baksam eminim ki aşırı kilolu, eteğinin ucunu beline kıvırmış , belinde silahı, hafif bıyıklı kadın, elindeki ayaklarından ters tutarak taşıdığı üç tavuğu kaldırarak bize “muchos gracias” diye gülümseyecek.

***

Yeni bir gün. Corcovada Tepesindeki ünlü İsa heykeline doğru yola çıktık. Sonsuzluk hissini yoğunlaştıran ormanların arasından, ara sıra karşılaştığımız deniz manzarasıyla tren yolculuğu yapıyoruz. Zirveye çıkmak için onlarca basamak döne döne önümüzde uzuyor. Çıktığım basamakların sonunda Rio’nun simgelerinden olan ‘Christ the Redeemer’ın etrafında tüm Rio ayaklar altında. Şehrin ortasındaki lagün, kumsallar,yağmur ormanları, Maracano stadyumu ve birgün evvel teleferikle çıktığımız sugar loaf (şeker kamışı) dağı bir anda görüş alanımızın içinde.

Brezilya’nın dili Portekizce dini ise Katolik. Halk dini inanç açısından çok bilinçsiz ve bilgisiz. Kiliseyi yılda en fazla iki kez ziyaret ediyorlar. Hırsızlık o kadar hat safhadaki iyi marka araba sahibi olmanın imkanı yok burada. Evlerin ikinci katı bile demir parmaklıklarla koruma altında. Burada ezan sesini özledim. Pek çok yer gezdim dolaştım, ilk defa hiç başörtülü Müslüman göremeden ülkeme dönüyorum. Başörtüsünden o kadar habersizler ki ne manasından haberleri var, ne de ön yargıları.


Hande Berra'ın Yazısı.