Çiçeklerimiz de, çocuklarımız da, Müslümanlığımız da oldukça alımlı görüntüsüne rağmen, GDO’lu, psikolojisi pamuk ipliğine bağlı ve içi boş. Ramazan hürmetine zor zamanlarda saklı olan ab-ı hayatı bahşetsin Rabbim, sera içi gönüllerimize...

Evden çıkınca yürüdüğüm yol üzerinde birkaç kez yağmur ızgaraları ile karşılaşıyorum. Birinin içinde gördüğüm manzara bütün bir hafta boyunca zihnimin bir köşesinde canlı canlı ışıldadı. Yağmur ızgarasının çukurunda gördüğü güneşi ziyan etmeyen bir tohum büyümüş, geniş yapraklı büyükçe bir bitki olmuştu.

Dikkatinizden kaçmıyorsa, kenarda köşede böyle bitkileri muhakkak fark edersiniz. O minik ve çelimsiz görünen, hiçbir gücü yokmuş gibi hafif bir rüzgara bıraktığınızda bile gözden kaybolan tohum, hayata başlayınca durdurulamaz bir süper güç haline dönüverir, betonların arasından size gülümser.

Büyümek için Allah’ın o tohumun içine yazdığı şartları bulan her bitki, inatçı bir çocuk gibi asla isteğinden yani aslında yaratılış gayesinden vazgeçmiyor ve yoluna her ne olursa olsun devam ediyor. Küçük ve zayıf diye önemsenmeyen o bitkiler, o bitkinin kökleri bu derinden ve sessiz ilerleyiş ile bir kayayı parçalayabiliyor, bir binanın temelini tehlikeye atabiliyor. Bir bitki demetini taşa, kayaya istediğiniz kadar vurun, ancak bitkiyi parçalar, ezersiniz. Fakat köklerin o yavaş fakat sürekli hareketi kayayı paramparça etmeye yetiyor. Az da olsa devamlı yapılan ibadetin gücü belki de o bitkilerin köklerinde de hayat buluyor.

Bitkilerdeki bu özellik, benim gözümde, hangi zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, toprak, su, güneş üçlüsünden istifade ettikçe yani hayatta kaldığı müddetçe büyümeye, yaşamaya, ilerlemeye, gelişmeye devam etme hareketi, hiç durmaksızın devam eden bu hareket onlarca kişisel gelişim kitabına bedel. Bu hareket başarılı birçok insanın hayatında da kendini gösteriyor. Yaşadığı zorluklara rağmen pes etmeyen, bahane üretmeyen ve ilk başladığı yerden asla hayal bile edilemeyecek yerlere gelen insanlarla yukarıda bahsettiğim bitkiler benim zihnimde, dünyamda hep yan yana, aynı kategori/klasör içinde dururlar.

Zulümden Kaçışım, Üç Büyük Afet, Ayrılık, Çileli Günler, Nasıl Kurtulacağım? Dayağın Altında Bayılmasaydım Belki de Beni Öldüreceklerdi, Tekrar Yakalandım. Bu başlıklar bir hatıratın çocukluk yıllarına ait. Bitkilerle haşır neşir olan zihnimi aynı dönemde sarsan bir hatırat. Ahmet Muhtar Büyükçınar hocaefendinin, Hayatım İbret Aynası adlı, Kaynak yayınlarından (ailecek) okuduğumuz (2012 baskısı) kitaptan. Anlatılan yılların, olayların her birinde bunu da mı yaşamış diyeceğiniz, buradan nasıl sağ çıkmış diye şaşıracağınız, ticari zekasına, azmine, cesaretine hayran kalacağınız hatıralar. Daha bebekken kaybedilmiş annesinin duası ile başlayan ilim yolculuğunda şahlanan gayretin hayranı olmamak imkansız. Şimdi çocuklara ola ki bir kaş çatsanız diğer taraftan bir pedagog sizi azarlıyor, elindeki “çocuğun psikolojisi bozulur” sopasını sallıyor manalı manalı. Şimdiki kıstaslara göre kendisinden bir vicdansız, merhametsiz bir cani çıkması gereken o çocuk ise bir din alimi oluyor.

İslam her zaman, zor zamanlarla sınanmış bir din. Peygamberimizden başlayarak onun bu günlere gelmesinde, o zor günlerde yılmadan, cesaretle, inanarak yoluna devam eden gizli, açık nice gerçek kahramanın alın teri, gözyaşı ve kanı gizli. Bir çukurda hayata tutunan bitki gibi, önüne çıkan engellerle yerine çöküp kalmayan mücadele gizli.

Bir Ahmet Muhtar hocanın çocukluğunu, bir bizim çocuklarımızı düşünüyorum. Bir o zamanların dini hayatını, bir bizimkini karşılaştırıyorum. Kayaları parçalayan çiçekleri aman zarar görmesin diye seralara taşıdık galiba. Vitaminler, güneş alan cam önleri ile onlara iyi baktık. Tıpkı hayatın içinden alıp kreşlere, oyuncak dolu odalara kapattığımız çocuklar gibi. Çiçeklerimiz de, çocuklarımız da, Müslümanlığımız da oldukça alımlı görüntüsüne rağmen, GDO’lu, psikolojisi pamuk ipliğine bağlı ve içi boş. Ramazan hürmetine zor zamanlarda saklı olan ab-ı hayatı bahşetsin Rabbim, sera içi gönüllerimize…


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.