Srebrenitsa katliamı, hümanizmin beşiği(!) olan Avrupa’nın göbeğinde yaşayan Boşnakların, tarih boyunca maruz kaldığı onuncu soykırım olarak gönüllerimize kazınmıştır.

11 Temmuz 1995. Büyük bir katliamın, acımasız bir soykırımın gerçekleştiği bu karanlık günü her yıl tekrar göstermekte takvimler... O gün barbar Avrupa yeni kurbanlar belirlemiştir kendisine: Filinta gibi delikanlıları, yani Mü’min Boşnakları ve Masum Srebrenitsa’yı hedef seçmiştir kravatlı canavarlar koalisyonu...

1992’de başlayan ve üç yıl boyunca devam eden Bosna Savaşı, aralıklarla sürmektedir. Mostar’da psikolojik savaş, Saraybosna’da sokak saldırıları gerçekleşirken; Sırp, Hırvat ve Boşnak milletleri arasındaki bu çatışmanın artık sona ermesi beklenmektedir.

Günler bu şekilde geçmeye devam eder ancak balkanlardaki yangın bir türlü sönmez. Tam küllendi denilen ateş, Sırpların etkisiyle yeniden harlanır. Ve o dönemde küçük bir Müslüman kasabası olan Srebrenitsa’da tarihin en acı olaylarından birisi yaşanmıştır.

Srebrenitsa, savaştan önce yalnızca beş bin nüfusu olan ve sularının güzelliğiyle, huzurlu ortamıyla, sakinliğiyle bilinen, “cennet gibi” şeklinde tanımlanan güzel bir kasabadır. Savaş başladıktan sonra Srebrenitsa, BM bünyesindeki Hollandalı askerler tarafından korunmaya başlanmış ve “güvenli bölge” ilan edilmiştir.

Güvenli bölge ilan edilmesi nedeniyle; savaşın şiddeti arttıkça daha çok kadın, çocuk ve yaşlıların kaçıp geldiği bir açık hava kampına dönüşmüştür kısa zamanda... Çevredeki yakın şehirlerde yaşayan ve evlerini boşaltmak zorunda kalan sivil Boşnakların akın etmesiyle, kasabanın toplam nüfusu bir anda otuz bine çıkmıştır. “Hollandalı BM askerleri, uluslararası kamuoyu bizi Sırplardan korur” diye düşünen Boşnak müminler; hayatta kalmak için bir umut kapısı bulurlar ve kaçabilecekleri tek yer olan Srebrenitsa’ya koşarlar. Kasabanın içinde büyük bir akü fabrikası vardır ve sığınmacılar bu fabrikanın içinde-dışında, zor şartlar altında yaklaşık yirmi gün yaşamışlardır.

Fakat bundan daha zor olan, yirmi günlük çaresiz bekleyişin sonunda Birleşmiş Milletler’in yaptığı alçaklığa katlanmaktır şüphesiz... BM bünyesindeki Hollandalı komutan ve askerleri, Boşnak kardeşlerimizi Sırp kasaplara teslim etmişlerdir. Adeta öldürmeleri için...

Sırp caniler, komutan Radko Mladiç’in emriyle, önce “kadın ve çocuklar ayrılsın!” derler Boşnak müminlere... Onbinlerce Boşnak mümin... Ya silahları alınmış gençler ya da kadın, çocuk ve yaşlılar; yani siviller... 12 yaşından büyük erkekler de yetişkin kategorisinde işlem görmektedir. Kadınlar ile çocuklar, otobüslerle fabrikadan alınır ve bilinmeyen başka bir yere nakledilir. Daha doğrusu buna nakledilme denmez; tecavüz ve taciz başta olmak üzere, birçok insanlık dışı muameleye tabi tutulmak için ayıklanırlar. Nitekim saldırı sonrasında elli binden fazla mümin kadın, tecavüze uğradıkları için uluslararası mahkemelere şikâyette bulunurlar.

Kalan erkekler ise bazen topluca, bazen de 15-20 kişilik gruplar halinde ve kamyonlarla ölüm çukurlarına götürülürler. Resmi kayıtlara göre üç gün içinde 8372 kişi katledilir, gayrı resmi kayıtlara göre ise sayının 15 binden fazla olduğu belirtilmektedir. 11 Temmuz 2013’te, yani 18 yıl sonra bile hâlâ cesetlerin önemli bir bölümü bulunamamıştır. Srebrenitsa’daki binlerce şehit bedeni, toprak altında bile yersiz-yurtsuz kalmanın ıstırabını hâlen taşımaktadır.

Saldırıdan sonra hayatta kalan Boşnak müminlerin bir kısmı ise, sular biraz olsun durulunca Srebrenitsa’ya, yani vatanlarına geri dönmüşlerdir. Hâlen bu bilinçle Srebrenitsa’da yaşayan birçok Boşnak bulunmaktadır. Çünkü orası bir nevi “Bosna Hersek’in Çanakkalesi”dir ve bu stratejik bölge terk edilmemelidir. Bu kasaba, altında yatan şehitlerin ve üstünde yaşayan mücahidlerin ittifakıyla, inşallah ebediyete kadar bir Boşnak yurdu olarak kalacaktır.

Srebrenitsa katliamı, hümanizmin beşiği(!) olan Avrupa’nın göbeğinde yaşayan Boşnakların, tarih boyunca maruz kaldığı onuncu soykırım olarak gönüllerimize kazınmıştır. Ve bu katliamların çoğu, Müslüman oldukları için Boşnakları Türk olarak adlandıran ve “Türklerden intikam aldık” sloganıyla dişlerini birbirine vuran Sırplar eliyle gerçekleştirilmektedir.

Srebrenitsa’dan ve Bosna’dan ayrılırken, şuurumuzu artırmış, heybemizi doldurmuş olarak dönmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bir yandan da bu ülkenin ve güzel insanlarının ağır hikâyelerine şahit olmanın yükünü taşımakta zorlanıyoruz, kalbimiz acıyor. “Bosna’yı Türkiye’de her gördüğümüze anlatmalıyız. Hiç değilse buraya gelmelerini sağlamalıyız” diye düşünüyoruz.


Abdullah Yalnız'ın Yazısı.