“Keşke sadece esas korkmamız gerekenlerden korksaymışız.” Bu cümle, sadece Shyamalan’ın “Köy” isimli filminin değil, muhtemelen içinde yaşadığımız toplumun ve zamanın da en kritik cümlelerinden birisi. Zihnimize ve gönlümüze kastedenler sadece ümitlerimizi değil korkularımızı da kontrol ediyorlar. Neyin öcü olup olmadığını anlamak için gözlerine bakıyoruz. İçimiz ürperiyor. Dönüp sonra kendi içimizde yeniden üretiyoruz kurgulanmış korkuları. Korku, korkuyu doğuruyor. An geliyor, şehrin üzerine çöken sis bulutu gibi korku her yerimizi sarıyor, soluduğumuz hava oluyor. Durmuyor orada; bakışımız, görüşümüz, adımımız oluyor. Korku biz oluyor; biz biz olmaktan çıkıyor, korku oluyoruz. Sonra? Ne düşünce, ne duruş, ne tavır, ne yürüyüş, ne de şahsiyet kalıyor. Adımız korku oluyor, sıfatımız korku, vasfımız korku... Bizi korkumuzla tanıyorlar, korkumuzla biliyorlar artık. Yarınlarda arkamızdan söylenecek de bellidir bundan sonra: Korkmuşlardı. Halbuki kendini, duruşunu ve fikrini çoğaltabilmişlerin tek özelliği var: Ümit etmek. Korkmamak yani. Herşeyin daha güzel olacağına dair tükenmeyen bir iyimserliğe sahip olmak. Kendisi hakkında, ailesi hakkında, milleti hakkında, dünya hakkında. En önce de Rabbimiz hakkında. “Neye muhatapsam, sırf kendisine layık bir olgunluğa erişmem içindir” diye Rabbimiz hakkında hüsn-ü zan sahibi olmak. “Ne bulduysam O’nunla buldum, ne buluyorsam O’nunla, ne umuyorsam, onunla bulacağım.” Ümidimiz, O’nun merkezinde olduğu bir dalga üretici gibi olmalı. Kendimizden başlayıp, kainatın uç boylarına kadar giden bir ümit burcunda yaşamalıyız. Korku, bu burçtan mahrum bir hayatın korkusudur. Korku, O’nsuz bir hayat korkusudur. O’nun sevdiğine düşmanlık yapma, O’nun istediğini istememe korkusudur. Herşeyin ayan beyan ortaya çıktığı bir zaman şüphesiz gelecek. O gün aynı zamanda “Keşke sadece esas korkmamız gerekenlerden korksaymışız” demeyeceğimiz bir zaman olsun, dua edelim.

***

Geçtiğimiz ay bizim açımızdan bayağı hareketliydi. Konya’da dönemin son GENÇ şöleni vardı. GENÇ’e ve Konya’ya yakışır bir şölen oldu hakikaten. Müteakip sayfalarda bununla ilgili haberi okuyacaksınız. Konya’daki gönül dostlarımıza, GENÇ Temsilcisi Yusuf Kurucan’a ve dertli GENÇ’lere teşekkür ederiz. Şubat’ta ara dönem kamplarımızı da yaptık. Kocaeli’de ve İstanbul’daki GENÇ kamplarında, GENÇ gönüllüler üçer gün beraber oldular. Buralarda kalplerinin frekanslarını ve ritmini ayarladılar. Kendilerini adam etmek yolunda, içlerindeki derdi –fazla değil- bir kişiye daha taşıyabilmenin ne kadar önemli olduğuna dair bir iradeyi kuşanarak yeni dönemlerine başladılar. Duymaktan sıkılanınız vardır belki ama ben söylemekten bıkmayacağım: Herşey güzel olacak. Olunca peki? Hiç şüpheniz olmasın, daha güzel olacak... “Daha”ya sınır koyabilene aşkolsun.

***

Bilmiyorum, okuyucu mektuplarına göz atıyor musunuz? Her ay posta ya da internet yoluyla dergimize gelen dilek ve temennilerin bir kısmı onlar. Bu aykilerin içerisinde özellikle Rabia Gözdil’in mektubuna dikkatinizi çekerim. Buradan dua ve niyazlarla Anadolu’nun ve dünyanın dört bir tarafına giden dergilerimizin ne farklı kaderleri oluyormuş, bunu görmek için lütfen Rabia’nın mektubuna bir göz atın. Rabbimiz samimiyetimizi, ihlasımızı artırsın, yaptığımız işleri ve vesile olduklarımızı kendi rızası istikametine yönlendirsin. Ne oluyorsa, böyle semereli olacak, ne olacaksa bununla bereket bulacak çünkü.

***

Mart ayı Çanakkale ayı. İstiklal Marşı’mız da bu ayda kabul edildi. Her iki konu ile ilgili yazılarımızı istifade ile okursunuz inşaallah. Yazarlarımızdan Asım Gültekin bir Safahat okuma kampanyası başlattı. Bununla ilgili Asım’la yapılmış röportajda geniş bilgi var. Biz de Asım’ın çağrısına GENÇ Dergi olarak iştirak ediyoruz. Hepinizi bulunduğunuz yerde, düzenli Safahat okumaları yapmaya davet ediyoruz. İki kişi bile olsanız yeter. Açın, okuyun, anlamaya çalışın. Kimilerinin sefahat alemlerine karşılık, sizin de safahat aleminiz olsun. Haydi...

Yeni sayıda buluşma ümidiyle Allah’a emanet olunuz.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.