Hatice Kalenci

Odamın sinir bozucu sarı ışığındansa, güneş tam doğmamışken şehrin üzerindeki griliğin aydınlığında yazmayı isterdim. Ama hep böyle oluyor. Aklımdakiyle gerçek örtüşmüyor… Neyse ki hayal kurabiliyorum. Hatta gerçekleşeceğine de inanıyorum. 

Bir saksıyı boyayıp kalemlik yapmak gibi bir hayal, gecenin köründe beynimde parlıyor ve sabah uyandığım gibi boyalarıma koşuyorum. Annem gülüyor bana, inanmıyor belki de ortaya güzel bir şey çıkacağına. Ama ben ortaya çıkarıyorum o güzel şeyi; Başarıyı. Başarı, inandıkça güzelmiş bunu da anlıyorum. Saksı-kalemlik yalnızca misal. Daha ortaya nice saçma fikirler atıp, hepsini anlamlı hâle getireceğim.
 
Annem ben daha küçükken, beyaz bir kağıt parçasına, nefret ettiğim kırmızı kurşun kalemlerden biriyle ‘KENDİNE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİN ŞEYİ BAŞKASINA YAPMA’ yazıp, dolabımıza yapıştırmıştı. Senelerce de onu oradan çıkarmamıza izin vermedi. İşte, uçuk kaçık şeylerden bahsetmek istediğim şu an, birden aklıma o kağıt parçası geliyor ve hop! ciddileşiveriyorum. Belki, dertlerim kendimle ilgili olmadığı içindir. Yalnız kendiyse bir insanın derdi; bir ağacın gölgesinde oturduğunu, yaprakların hışırtısını duyduğunu düşünüp belki çare bulabilir. Yani çare yine kendisindedir. Ama sorun ya kendi dışındakilerdeyse? Bu yüzden, yine bir ayağım gerçeğe takılı, annemin dizinin dibinde oturup, onun gölgesindeki serinliğin çaresini arıyorum. Ben nasıl hikâyeler anlatayım?
 
Zamanın birinde, bir küçük kız varmış. Annesine, annesinin yaşadığı hayattan bile büyük laflar etmiş. Annesinin henüz yaşamadığı hayatı kadar da gönlünü kırmış. Sonra, almış defterini yırtmış, çok pişman olmuş. Annesinin gözüne her baktığında, o pişmanlığı tekrar tekrar yaşamaya mahkûm olmuş. Sonra, bir gün rüyasında kar yağdığını görmüş. Kar mevsimsiz gelmiş, hiç hoş gelmemiş. Çünkü kar, anneannesi öldüğünde de böyle zamansız gelmişti. Kız, avcuna almış karı, kar erimiş, yaş olmuş akmış gözünden. Üşüyerek uyanmış sonra kız. Koşa koşa annesinin yanına gitmiş. Bir de ne görsün? Annesi kar gibi beyaz olmuş. Saçları, teni. Ve hatta yeşil gözleri bile buğulanmış. Anlamış ki annesinin de üzerine kar yağmış vakitsiz. Elini tutmuş annesinin, demiş ki: “Anne, sen de kar oluyorsun bak, ne olursun, yüreğime bir dokun, oraya mürekkepten bir karalık damlattım ben, sen üfle yanmış yüreğime, yanmaktansa kar olup üşüsün”. Annesi dokunmuş kızın yüreğine, üflemiş kızının yanan yüreğine. Sonra kız, tekrar bakmış annesinin gözlerine, artık buğulanmış gözlerine, anlamış ki, bir kez serpildi kar onun da üzerine, ona da vakitsiz gelecek. Bir soğuk nefeste bitiyor hikaye.
 
Evet, grilik geliyor yavaş yavaş. Gökyüzüne bir bakalım. Sonra da uykuya dalalım. Rüyamda türküler dinleyeyim. Türkülerin nasıl hikâyeler anlatıp, ne manaya geldiklerini de annemden öğrenmiştim. Keşke fısıldasa biri kulağıma benim cümlelerimle: Uyu küçük, su gibi uyu. 
 
Yazının tamamında unuttuğum şey de şu ki, aslında en çok hikâyeler anlatır gerçeği.


GENÇ'ın Yazısı.