Her İle Üniversite, Herkese Diploma!
Yusuf Toprak / Genç Haber Merkezi
Hiç gurbette bayram geçirdiniz mi? Ben yıllardır bayramları gurbette yaşıyorum. Öyle sıkıcı olur ki… Ne doğru dürüst gelen gideniniz olur ne de siz kimseyi ziyaret edebilirsiniz. Evin içinde gezinip durur, her çalan kapıda heyecanlanırsınız. Tek tük geleniniz olunca da, hiç gitmesin istersiniz. Lakin malum, bayram ziyareti kısa olur.
Bu sene de böyle bir bayram geçti. Tek tük ziyaretçilerimiz oldu. Yine de muhabbet edebildik. Unutmadan, biz bir üniversitenin lojmanlarında ikâmet ediyoruz. Yani gelenlerin hemen hepsi, üniversitenin akademik personelleriydi. Bayramlaşmanın ve hâl hatır sormanın akabinde sohbet, muhabbet üniversiteden ayrılan ve yeni göreve başlayan akademisyenlere doğru kayıyordu. Yanlış anlaşılmasın, dedikodu değil de, daha ziyade gidenlerin neden gittiği ve gittikleri yerde aradıklarını bulup bulamadıkları üzerine konuşuluyordu. Ya da yenilerin, gidenlerin yerini doldurup dolduramadıkları üzerine… Bir de alttan yetişen yeni akademisyen adaylarının yeterli donanımda olup olmadıklarına… Efendim, bu hususlarda genel bir memnuniyetsizlik sezdim ziyaretçilerimizin konuşmalarından. Alttan yeterince sayı ve donanımda eleman yetiştirilemediği ve gidenlerin yerlerinin dolmadığı anlatıldı büyük oranda. Ayrıca bir de gidenlerin gitme sebeplerini sorguladıkları, bunun büyük oranda her ile bir üniversite açılması politikasına bağlandığı gözüme çarpan diğer hususlardı. Tabi, bu sebeple her ilin üniversitesi olmaması gerektiği savunuluyor, bu politikanın kısa ve uzun vadede Türkiye’deki akademik hayatı öldüreceği söyleniyordu. Ben de, işin içinde onlar kadar olmama rağmen, bir öğrenci gözüyle bu politika üzerine düşünmeye başladım. İşi biraz da farklı boyutları ile incelemek istedim.
Öncelikle, üniversite kavramının ne olduğu üzerine düşünmek gerekir sanıyorum. Üniversite, esas amaç olarak bilim ve bilgi üretmelidir. İkinci planda ise, gelen öğrencileri meslek sahibi bireyler yapmalıdır. Fakat bu ikinci amaç hiçbir zaman birincinin önüne geçmemelidir. Geçtiği takdirde, üniversite daha ziyade bir meslek yüksekokulu havasına bürünür. Ne akademisyenlerin yaptığı iş lise hocalığından başka bir şeye benzer ne de öğrenciler üniversitede soluması gereken bilim havasını teneffüs edebilir. Üçüncü olarak, biraz da birinci amacın neticesi olarak, üniversite bulunduğu şehrin aktif hayatına dâhil olmalı ve çehresini değiştirmelidir üniversite. Bu değişimden kastım, salt bir nüfus artışı neticesi olan ekonomik hareketlilik değil. Değişim, bilimsel projeler ışığında ilerleyen şehrin fiziksel ve mental görüntü değişimi olmalıdır. Dediğim gibi, bu biraz da ilk amacın neticesi gibidir.
Türkiye’deki üniversitelerin kuruluş amaçlarına bakarsak; birinci olarak bölge nüfusunun meslek sahibi olması amaçlanıyor diyebiliriz. İkinci olarak, hareket eden ülke nüfusu ile hareketli ve canlı bir ekonomi yakalanmasını sayabiliriz. Üçüncü olarak ise, yine hareket eden nüfus ile kültürel yakınlaşmanın sağlanması amaçlanıyor. Bu durumda bilim ve bilimsellik, dördüncü, beşinci ve belki de son plana atılıyor. Böylece üniversitelerimiz, birer meslek yüksek okulundan ibaret kalıyor.
Bir ikinci husus, akademisyenlerin yeterlilikleridir. Bugün, Türkiye’de akademisyen yetiştirme programları ve akademisyen olabilmek için aranan şartlar acaba yeterli midir? Yalnızca akademisyen için değil de, bütün meslek grupları için yeterlilik iki başlık altında özetlenebilir: İlki alan bilgisi, ikincisi meslekî bilgi. Sözgelimi bir esnaf, hem sattığı malın özelliklerini hem de genel olarak esnaflığın nasıl yapılabileceğini bilmelidir. Biraz daha özele inersek, bir manav, hem sebze-meyvenin iyisinden anlamalı hem de onu nasıl pazarlayabileceğini bilmelidir. Akademisyen ise, hem kendi çalıştığı alana hâkim olmalı, alanını geliştirebilecek donanıma sahip olmalı, hem de alanı hakkında meslekî ahlaka, bir bilim felsefesine sahip olmalıdır. Alan bilgisi eksik olan akademisyen çalışma konusunda, meslekî ahlaka ya da bilim felsefesine sahip olmayan ise çalıştığı alanı hayata uydurabilme, hayat esnasında aktif olarak kullanabilmede eksik kalacaktır. Bugün, açılan her yeni üniversite ile akademisyen ihtiyacı biraz daha artıyor. Artan ihtiyaca cevap verebilmek içinse yalapşap yapılan doktoralar, bilimsel değeri düşük tezlerle insanlar kısa yoldan akademisyen olarak atanıyorlar. Bu da hem üniversitenin eğitim seviyesini hem de çıkan mahsülün, yani öğrencinin değerini düşürüyor. Kısacası, ne üniversite, üniversite olmak amacıyla kuruluyor ne de içi bir üniversite seviyesinde dolduruluyor. Bu durum, ister istemez aklıma Osmanlı döneminde 16.yüzyıl sonunda baş gösteren, ulemada rüşvet ve adam kayırmaları getiriyor. Dönemin sonrası ise malum…
GENÇ'ın Yazısı.