Asırlık Çınarın Son Yaprağı; Yahya Kemal
Sefa Toprak
Yahya Kemal, XIX. asrın son çeyreğinde Üsküp’te doğar. Doğduğunda ona Ahmed Agâh ismi verilir.
Tahsili, Paris macerası ve geri dönüşü
Babası tarafından "eti senin kemiği benim" denilerek, Gani Efendi adlı hocaya teslim edilir ve Yeni Mekteb’de eğitimine başlar. Buradan Mekteb-i Edeb`e girer. Kendisi bu okul değiştirme konusuna değinirken; "Bana Müslümanlıktan çıkmak, gâvurluğa karışmak gibi bir şey göründü... Şark’tan Avrupa`ya geçişim oldu" demektedir. Daha sonra Üsküp İdâdisi ve İstanbul Vefa İdâdisinde okumuştur. İşte tam da bu dönemde Yahya Kemal, çağdaşları gibi o dönemin bir hastalığı olan ve okullarda, şiirlerde, romanlarda bir başka dünya olarak gösterilen Batı sevdasına düşer. Bunu kendisi şöyle dile getirir: "Alafranga neslinin birçok çocukları gibi bir Paris sevdasına tutulmuştum(...) Memleketi zindan, Avrupa’yı nurlu bir âlem gibi görüyordum. İstanbul’un hafiyelik havasından ürkmüştüm, kendi milli çevremin etkisinden kurtulmak istiyor ve kitaplarda okuduğum batı medeniyetine atılmak istiyordum”. Ve bir Jön Türk olarak bindiği gemiyle Paris’e kaçar. Yahya Kemal`in hayatının dönüm noktası işte bu Paris’e kaçış sevdası olmuştur. Kendi tarih ve kültürünü beğenmeyen bir alafranga sevdalısı olarak gittiği Batı`da, kaybettiği milli şuurunu bulacaktır. Ve işte bu noktada Yahya Kemal dokuz yıl kaldığı Paris`te, dört yıl boyunca kütüphanede geceli gündüzlü Divan Edebiyatı okur. Öte yandan muazzam bir Türk tarih kültürü edinmeye başlar. Şüphesiz aynı düşüncelerle Batı`nın kucağına atlayan birçok Türk genci vardı; fakat yaptığı yanlıştan dönen ve kendi milletini, gittiği o nurlu âlem diye adlandırdığı, dünyadan görerek tanıyan nadir insanlardan biri oldu. İşte bu yüzdendir ki; Yahya Kemal bizim tarihimizde "eve dönen adam" olarak anılacaktır. Bir kaçışın verdiği heyecanla gittiği Paris`ten artık ne olduğunu, kim olduğunu ve ne yapacağını bilen bir fikir adamı olarak dönmüştür. Paris`te Fransızcayı öğrenmiş, Siyasal Bilgiler okumuştur. Artık kafasında iki net resim vardır; bir Batı dünyası ve onun karşısında Doğulu Türk dünyası. Yurda döndükten sonra İstanbul Darüşşafaka`da edebiyat ve tarih öğretmenliği yapar, Medresetü`l- Vaazin`de ve Darülfünun`da uygarlık tarihi, batı edebiyatı tarihi ve Türk edebiyatı tarihi hocalığı yapar. Bir dönem Bahriye Mektebi`nde Necip Fazıl ve Nazım Hikmet`in Tarih derslerine girer. Gazetelerin bir ‘okul’ olduğu dönemlerde çeşitli gazetelerde yazılar yazar.
“Bu dil ağzımda annemin sütüdür”
Kısaca hayatına değindiğimiz Yahya Kemal, "kültürümüzün kopan uçlarını birbirine bağlamıştır”. Eve dönen adam, artık etrafında o dönemin önemli kalemlerini toplamış ve onların fikir dünyalarına ufuk açmıştır. Örneğin Tanpınar, Yahya Kemal Paris’te iken Divan şiirine karşı bir politika izlerken onun geri dönmesiyle ve ondan aldığı derslerle Divan şiirine, edebiyatımızdaki en doğru bakış açısı olan saray istiaresini yakalamıştır. Yahya Kemal, Türkçe`yi “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” diyecek kadar severdi.
"Şiir benimle bitmiştir"
Asırlık çınardan kastımız Divan Şiiri idi ve Yahya Kemal, Tanzimat ile başlayan Divan Şiirini yıkıp yerine toplum için şiir anlayışını getirmeye çalışanlardan farklı olarak aruza bağlı kalarak "halk dilini" şiirsel güzellikte söylemeyi başarmıştır. Fakat bakıldığında Yahya Kemal’in etrafında birçok edebi kişilerin olmasına ve onun fikirlerinden etkilenmelerine rağmen onun şiir anlayışını devam ettirmemişlerdir. Çünkü bunu yapmak için çok geniş bir kültüre hâkim olmak gerekiyordu. İşte bunun içindir ki Yahya Kemal,"Şiir benimle bitmiştir" demiştir. Nitekim onun gölgesinde yetişen Tanpınar dahi yazdığı şiirleri ona göstermemiştir. Yahya Kemal yaşadığı dönemin edebiyat güneşi idi, onun etrafındakiler ise ondan ışık alan birer yıldız idiler.
"Mükemmeliyetin zevkini biz onun mısralarında tattık"
Yahya Kemal yüksek tarih kültürüne sahiptir dedik. Osmanlı tarihinde "Lale devri" ismi Yahya Kemal tarafından verilmiş bir isimdir. Ve onun ileri görüşlülüğünün bir göstergesi de yaşadığı dönemlerdeki Turancılık fikrine karşı savunduğu "Türk tarihi 1071 ile başlar" tezidir. O, bu sözü ile elbette Orta Asya Türk tarihini yok saymıyordu, anlatmak istediği bizler Anadolu’nun kapılarını açarken aslında burada yeni bir millet oluşturmanın temellerini attık ve arkamızda bıraktıklarımızla da bir nevi ayrıştık demektedir. Bugün bağımsızlığını kazanmış onca Türkî Cumhuriyet olduğu hâlde bırakın kurulmasını artık Turandan bahsedilmemesi, bize Yahya Kemalin tezinin doğruluğunu göstermektedir.
Onun için şiir, şairin damarlarından beslenerek onun sancıları, sevinçleri ve hüzünleri ile doğan hislerin kelimelerle açığa vurulmasıdır ki buda kendisinin de ifade ettiği gibi “...bazı şiirlerde on yıl, yirmi yıl, hattâ kırk yıl sürdüğü olmuştur.” Şiirlerinde konu olarak, tarihi olaylar, rintlikle beraber tasavvufi konular ve özellikle de İstanbul teması sıkça işlenmiş konulardır. Cahit Sıtkı onun şiirlerine karşı şu yorumu yapar: “Eserlerinde Şarkla Garbı büyük ustalıkla mezceden Yahya Kemal şiirimizin kutuplarından biridir. Mükemmeliyetin zevkini biz onun mısralarında tattık”. Bunun yanında onun şiirlerine karşı bakış açısı farklı olanlarda vardır. İlhan Berk ona karşı, “Yahya Kemal bugünün şairi olmadığına göre, Türk devrinin şairi hiç olamaz, onu savunmak Osmanlı`ya özenmek ve dirilişine yardımcı olmak demektir” der.
Osmanlı hasreti eserlerine yansır
Türk şiirinin en özgün kişiliklerinden olan Yahya Kemal, hasta adamın son demlerine şahit olan bir serhat çocuğudur. Macerası asırlar süren bir cihan devletinin hazin durumu karşısında üzüntü duyar ve şiirlerinde o ihtişamlı günleri yâd ederek bugünün hezimetini bir parça olsun azaltmaya çalışır. Sağlığında iken şiirlerini kitaplaştırmaz. Yazdığı şiirleri gazete ve dergilerde yayımlatır. Hiç evlenmeyen ve ömrünü Park Otel`de geçiren Beyatlı, 1958`de vefat eder.
GENÇ'ın Yazısı.