Hani bir seyahatten dönene “Yediğin içtiğin helal olsun, bize gördüğünü anlat” derler ya, artık o zaman geçti. Artık yediğimizi, içtiğimizi  konuşmanın zamanı geldi, çünkü yediğimiz, içtiğimiz masum değil. Dünyada ciddi bir lokma savaşı yaşanıyor. Savaş sadece lokmaya sahip olmakla alakalı değil. Lokma vasıtasıyla zihinler ve ruhlar ele geçirilmeye çalışılıyor. Biz, lokmanın üretilişinden, gelişine, yenilişinden hazmedilişine kadar çok önemli bir imtihan sahası olduğuna inanıyoruz. Vurulup yere düşen önce lokmasının üzerindeki  kontrolünü kaybediyor. Biz ne yeyip ne içtiğimizi bilmek istiyoruz. O yüzden yiyeceklerimizle ilgili her konuyu önemsiyor, her uyarıyı ciddiye  alıyoruz. Her şeyi yemiyor, içmiyor ve yediğimize içtiğimize musallat olarak bizi ele geçirmeye çalışanlara sesimizin çıkabildiği kadar yüksek bir avazla şunu söylüyoruz: Yemezler…

ediğin Helâl Olsun

Temininden tüketimine kadar yemekle ilgili tüm eylemler, insanın kulluk ve kültür sürecinin önemli bir unsurunu oluşturur. Yemek sadece biyolojik bir eylem değildir; yiyeceklerin üretimi, taşınması,  epolanması ve tüketimi, insanoğlunun yeryüzündeki en önemli temel faaliyet alanlarındandır. İnsanın yediğine ve içtiğine dikkat etmesi gerektiğiyle alâkalı, çokça irşad ve ikaz yapılmıştır.

Efendimiz, haram  lokmadan gelişen bir insanın vücudundaki etin, ancak cehennemle temizleneceğini ifade buyurmaktadır. Bu sebeple haram lokma konusunda, başta Ashâb-ı Kiram olmak üzere bütün Allah dostları, azami derecede hassasiyet göstermişlerdir.Hazreti Ebû Bekir, kendisine her gün yemeğini getiren hizmetçisine, her defasında yemeği nereden getirdiğini, hangi yolla tedarik ettiğini sorardı. Kur’an’da: “Allah’ın size rızık olmak üzere yarattığı şeylerden helal ve temiz olarak yiyin…” (el-Maide - 88) buyrulur. Temiz rızık yemenin ilk esası, İslâm’ın gösterdiği meşru kazanç yolları vasıtasıyla elde edilen kazancın helâl olmasıdır. Helâl rızkı yerken de israfa kaçmamalı orta yol tutulmalıdır. Helâl ve haramın ne olduğu Kur’an-ı Kerim ve hadislerde belirtilmiştir. Bunların arasında şüpheli şeyler vardır ki bunlardan da bir  Müslüman’ın kaçınması gereklidir.

“Helâl de bellidir haram da bellidir. Ancak, helâl ile haram arasında herkesin anlamada güçlük çektiği şüpheli şeyler vardır; (haramların yanı sıra) bu şüpheli şeylerden de kaçınan kimse, dînini ve haysiyetini temize çıkarmış olur. (Buhari, İman 39, Buyû 2) Kişinin kazancı, kendi emek ve gayretiyle, bilgi ve sanatıyla doğrudan veya dolaylı olarak elde ettikleri ile emek dışı, fakat meşru ve helâl yollardan elde ettikleridir.

Hz. Peygamber, “Kişinin yediği en temiz yiyecek kendi kazancıdır.”(Nesâî, Buyû 1) buyurur. Kazancının nereden geldiğine aldırış etmeyenleri Hz. Peygamber kınamaktadır. (Nesâî, Buyû 2) İslâmî gıda kanunları “Helâl” kavramı üstüne kurulmuştur. Bu, izin verilen gıdaları açıklar. Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmış gıdalar “Haram” olarak tanımlanmıştır. Haram terimi sadece gıda için değil, gıda katkı maddeleri, kozmetik, kişisel bakım ürünleri, gıda temas maddeleri için de geçerlidir.

Hamburger yiyen sadece karın doyurmakla kalmıyor… Onların kestiğini, onların sunduğunu yiyor, onların mimikleriyle yiyor, onlar gibi giyinerek yiyor, onlar gibi konuşarak yiyor, onlar gibi olarak yiyor.

Popüler Kültür Malzemesi Olarak Yemek

Amerikan popüler kültürü, Türk insanının yemek alışkanlıklarını etkileyip fast food satan yerlere rağbet etmesine yol açtı. Öyle ki Coca Cola, Mcdonald’s, Burger King, Pizza Hut, Kentucky Fried Chicken, Türk insanının gayet iyi bildiği isimler hâline geldiler.  Bazılarına göre bunlar Türkiye’nin küresel köy tarafından ilhak edildiğinin kanıtı sayılıyor.

Adına ister Amerikalılaşma, ister Coca-kolonileşme, ister Mcdonaldslaşma densin, bunlar Amerikan popüler kültürünün içselleştirilmesini sağlayan öğeler. Artık  kendi yiyecek alışkanlıklarımız küresel kültürün rekabetine teslim oldu. Son yıllarda kebap, lahmacun veya döner gibi geleneksel  yiyecekleri, Amerikan vari bir şekilde sunan, yemekten alınan keyfi azaltan, bir fabrika ve seri üretim verimliliğiyle işleyen “Dürümland” veya “Kebaphouse” gibi mekânlar türedi.

Sonuçta itinayla hazırlanmış geleneksel yemeklerin zevkinin çıkartılabileceği  sıcak, evi andıran rahat ortamlar kayboldu. Dünyanın en zengin mutfaklarından birinin geleneksel yemeklerine ilgi göstermeyen,  hamburger ve kola düşkünü bir nesil yetişiyor. Alışveriş, eğlence ve yemeği aynı ortamda, Amerikan usûlü birleştirmek devasa, AVM  denilen merkezleri ortaya çıkardı. Buralarda aynı zamanda ticarî metanın yanında, diretilen değerler ve hayat tarzları da satılıyor.

Bir yanda burnuna ketçap bulaşmış başörtülü ablalar diğer tarafta mısır tanelerini ipek mendillerine tek tek düşürdükten sonra  oradan alıp yiyen Osmanlı hanımefendileri…

Yeme Bozuklukları

Yeme bozukluklarının ortaya çıkışı, yiyecek üretiminin otuz-kırk yıl öncesinden bu yana hızlanan küreselleşmesiyle çakışıyor. Yeni soğutma biçimlerinin bulunması, konteyner taşımacılığının kullanımı, yiyeceklerin uzun bir süre saklanmasına ve dünyanın bir ucundan öteki ucuna taşınmasına imkân verdi. Süpermarket raflarına dünyanın her yanından getirilebilen yiyecekler de konuyor. Artık  bütün yiyecekler az çok her zaman bulunabilir olduğundan, ne yiyeceğimize karar vermek anlamında bir diyet oluşturmak  zorundayız. Bu da herkesin umutsuzca zayıflamaya çalıştığı anlamına geliyor.

Bilimsel bilgiler bombardımanı altında kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Kolestrol düzeylerinin kalp  hastalıklarına yol açan bir etken olduğu gibi, değişik yiyeceklerin içerdiği kalori hakkında da kaygılarımız var. Yiyeceğin bol olduğu bir  toplumda ilk kez, bedenlerimizi ve yediklerimizi yaşam biçimi alışkanlıklarımıza göre düzenleme baskısı altında kaldık.

Anoreksia,  adı verilen hastalığın pençesine düşenler, ince bir bedene sahip olma takıntısıyla, neredeyse yemeyi tümden bırakıyorlar. Bu da  sonuçta modern zamanlardaki, özellikle kadınlar için geçerli olan fiziksel çekicilik hakkındaki değişen görüşlerle bağlantılı. Bulimia,  aşırı yiyip ardından kendi kendini kusturma hastalığı. Kişinin kendi görünüşü hakkındaki çaresizliği yemek yeme alışkanlıklarını alt  üst etmeye devam ediyor.

Her insanda var olan immün (bağışıklık) sistemini bozan sebeplerin başında gereğinden fazla kalorili, yiyecek almanın geldiği belirlenmiş durumda. Gereğinden fazla alınan yiyecek, ya fazla bir enerji oluşturarak vücutta ters tepki meydana getiriyor, ya da toksin, kanserojen madde, hastalık yapıcı madde bırakıyor. Bunlar zamanla yığılarak herhangi bir hastalığın sebebi olabiliyor.  Türkiye’de yemek yeme anlayışına göre normal bir insan günlük 2500 kalori alıyor.

Hâlbuki hareketli hayatı olan bir insana bile 500 kalori günde rahat rahat yetebiliyormuş.

Bazı hayvanlarda, gıdaları azaltılınca daha  bir canlanma görüldüğü gözlenmiş. (Altınoluk Röportaj 1992 - Şubat, Prof. Dr. Zeki Çıkman)

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı’nca yapılan son bir araştırmaya göre, ilköğretimde eğitim gören her 4 çocuktan birinin obez olduğu ortaya çıktı. Çocukların %28’i fazla kilolu. ABD’de obezlik oranı %40, Almanya’da ise %19, Türkiye’de %28. Yani biz de giderek ABD gibi obez bir toplum olma yolunda ilerliyoruz. ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in  “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere  çantamızdaki araçlardan biridir!” cümlesiyle özetlediği 1974 tarihli raporu ABD için yeni yol haritası niteliğinde.

En önemli hadise ise  gıda maddelerinin temelini teşkil eden tohumların, genetik teknolojiyi elinde tutan bozguncu marjinal gruplarca ilk hallerinden  tamamen farklı bir hale getirilmesi. Bunun sonucu olarak, insanlar gıda ihtiyaçlarının karşılanmasında bu marjinal gruplara muhtaç  hale gelecek. Bu haliyle Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) stratejik bir savaş malzemesi olabilecek boyuttalar. Konu bu  yönüyle milli güvenlik meselesi de olmuştur.

Yemek Yapmaya Övgüler

RABİA GÜLCAN / DENİZ KARSAVURANOĞLU

Allah yaptığı işi güzel yapanı sever. (Hadis-i Şerif)

Arkadaş! Yürü, gerekirse ırmaktan sıcak su iç de, kızgın güneşte kavrulsan bile ekşi yüzlü insanın elinden soğuk şeker şerbeti içme! Kaşları diken gibi çatılmış olan kimsenin ekmeğini yemek rûha ziyanlıktır. (Şeyh Sâdî, Bostan)

Be nam-ı Hûda...

Cennet tasavvurlarımız bir köşesinde bile “yemek” eksik değildir. Süt ırmakları, ballı şerbet çeşmeleri bunların ilk hatıra gelenleri… Cennet öyle bir yer ki üstelik, ne istersek, o anda yanı başımızda oluverecek.

Bununla beraber insanın cennetten çıkarılışı da o kadim hikâyeye göre bir yiyecek yüzünden olmuştur. Her ne kadar mecaz manaları içerse de, bu imge neticede bir “yemek”tir.

Dinimizce üzerinde sıkça durulan ve birçok önemliler listesinin başında gelen “helâl lokma”, insanın amellerini ve istikbalini çürüten “haram lokma”, bir dünya görüşünü bildiren “bir lokma” bize gösteriyor ki, yemek insanoğlunun hikayesinde önemli bir yere sahip.

Bir rivayete göre Hızır –aleyhisselam- Allah dostlarından birinin evini ziyarete gider ve bu ziyareti esnasında kendisine yemek ikram edilir. Hızır -aleyhisselam- yemeği yemekten kaçınınca Allah dostu yemeğin helâl lokmalardan mürekkep olduğunu söyler. Hızır -aleyhisselam- da yemeğin helâl olduğunu bildiğini fakat yemeğin öfke ve gafletle pişirildiğini ve bu yüzden yemeğe yanaşmadığını söyler.

Bu noktada şöyle bir tespit yapabiliriz: Bir yemek hangi “hâl” üzere pişiriliyorsa “o hâl” üzere bir lezzet alıyor. Ayrıca insanın hal, hareket ve davranışlarında da “o hâl” üzere etki bırakıyor.

Bu konuda ayrıca bkz. ve okuyunuz Laura Esquivel’in Acı Çikolata adlı romanı. Ana konusunun yanında, yemek pişirirken ki ruh halinin o yemeği yiyen insanlardaki nasıl etki bıraktığına dair örnekler dolu. Laura Esquivel’in sade ve akıcı dilinden…


Ali Can'ın Yazısı.