İbrahim Arpacı / Genç Haber Merkezi

Son zamanlarda hiç bu kadar şereflenmemişti müslümanlar, Adeviye de şereflendiği kadar… Hatırla ki, kanın Mısır’da, müslüman kardeşinin kanına hiç bu kadar karışmamıştı; ona yanmamıştı. Zafer, Allah ve ona iman edenlerin olduğunda kazanılan şey, demokrasiden çok daha fazlası... Müslümana kalbini, yüreğini ne kadar açarsan aç, yine de Allah’ın boyası, üzerinde Adeviye kadar güzel durmayacak…

Mesela siz, milliyetçilik taassubuna düşmekten ötürü, başka damardan akan kanı görmezden gelen müslümanlar, “Allah, cihat edenleri, oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” (4-NİSA/95) Ayetine binaen, sırf bu yüzden müslümanlar içindeki İsrailoğulları olarak yeryüzünde gezeceksiniz. Allah size ecelleriniz gelene değin müddet vermiş olacak.
 
Sonra herkes hassas olduğu yerden acır. 
 
Calut adında bir Mısırlı komutan vardı; asker. Hani Hz. Davut’un öldürdüğü… Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (2-BAKARA/250) Anladım ki, Allah’ın yardımı cesaretmiş; birazdan vurulacağını bile bile...
 
Sonra Enver Sedat’ın, Abdunnasır’ın kendi inançlı insanlarına yaptığı zulüm değilmiş; kendilerinden sonraki gelecek nesillerin acemiliklerini üzerlerinden atmakmış. Nitekim halk eline silah almıyor… Biliyor ki meydanda kazandığı şey, onun onuru, onun iman hendesesi…
 
Allah, Hz. Musa’nın kavmini yaptıklarından ötürü lanetlerken, merhamet kapısını açan şey, Allah’a sadakatle sınandıkları; kendi kanlarını Allah için dökmeleriydi. Yani kanlarını akıtarak ancak temize çıkıp arınabilirlerdi ve ardından Allah tarafından nimete kavuşmuş olsunlardı. Nitekim Allah: “Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size kudret helvası ile bıldırcın indirdik. Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (Bakara 56) diyerek, arılanmanın, durulanmanın, Allah için akan kan ile mümkün olabileceğine işaret ediyordu.
 
Sanatçının Tutumu Ne Olmalı: 
 
Hegel, “Sanatçının sanatı, her kıta da aynı ibrede duruyorsa, o vakit o sanat, tüm küçük hesaplardan sıyrılmış olur ve sanat adını almış olur” der. 
 
Şimdi soralım:
 
Ey modernitenin XL’ını giyen güruh; postmodernist algı ile çevrenize yaşam öğretileri sunan sanatçılar! Hükmettiğiniz, klavyeniz, kaleminiz, cetveliniz, pergeliniz, koltuğunuz, yetki alanınız, notanız; bu müslüman ölümlerine, hayvanlara gösterdiğiniz hassasiyetten, sesin tınısına verdiğiniz dikkatten, bir binanın iç dizaynına verdiğiniz görsellikten daha fazla değilse, insanlık denilen lügat sizden bir sıfır önde maçı oynuyor demektir. Dökülen müslüman kanlarını, sürekli yazdığınız sanattan, mimariden, estetikten çevrecilikten daha fazla yazmıyorsanız, o mimari eserin içinde nefes almasını sağlayacağınız onurlu insan bulamazsınız. 
 
Hem tüm âlemin yaratıcısı olan sanatkâr, demez mi: 
 
Siz de sanatkârsınız ben de sanatkârım. "Neden benim sanatım olan insana mesleğinizin onuru için sahip çıkmadınız?” diye.
 
Unutmayın ki, her şeyin merkezinde insan vardır. Biri insanlığı bilgisayar oyunu gibi vurup yere seriyorsa; o vakit virgül koyun yaptığınız sanata. 
 
Şimdi soralım tekrar kendimize:
 
Biz insanoğlu, insanlık serüveninde ilerlerken, hangi vakit insanlığı ellerinden bırakıp geride kalmalarını sağlamış olduk? Bir anne, yarası kabuk bağlayan evladı için, “ne zaman bu kabuk et bağlar” diye endişe ederken, Mısır’daki kardeşlerinizin etlerinden ceset diye ona mezar arayan annelerin sızısı kulaklarımızdan ne zaman çıkıp gitti öylecesine… 


GENÇ'ın Yazısı.