Evita`nın Ülkesinde Osmanlı Işıltısı
Evita, Maradona ve Tango’nun ülkesine doğru yol alırken, dünyanın diğer ucunda bir Osmanlı ışıltısı ile karşılaşmayı beklemiyordum.
Arjantin’in başkenti Buenos Aires bir şehir olarak beni şaşırttı. 500 yıllık geniş caddeleri, tarihi dokusundan hiçbir şey kaybetmemiş konsolosluk binalarıyla tam bir Avrupa şehri sanki burası. Evita’nın 1940’ta halkına o unutulmaz seslenişini yaptığı Casa Rozada’yı (başkanlık sarayı) karşımda görünceye kadar bu hissim devam etti. Casa Rozada, tüm gösterilerin ve toplantıların gerçekleştiği ünlü Mayıs Meydanı’nda (Plazo de mayo) yer alıyor. Burası en hareketli gününü Mayıs annelerinin askeri diktatörlük zamanında kaybolan, sayıları binlerle ifade edilen evlatları, eşleri, kardeşleri için yapmış olduğu protesto sırasında yaşamış. Mayıs annelerinin simgesi olan beyaz eşarp resimleri meydanın her tarafını süslüyor. Protesto sonunda Mayıs anneleri amaçlarına kısmen de olsa ulaşırlar. Askeri cunta bir kısmı kayıp olarak gözüken kişilerin ölüm ilanlarını vermek zorunda kalır. Ortaya pek çok toplu mezar çıkar. Bizim gördüğümüz toplu mezarın üstü diktatörlük zamanında otoban yapılarak örtülmek istenmiş ama sonradan tesadüfen ortaya çıkmış.
Recolata’da bulunan mezarlığı gezmeye gidiyoruz. Eva Peron’un kabri de burada. Mezarlığa turistik gezi olur mu demeyin! Bu mezarlık bir başka; küçük bir şehir sanki… Minik köşkler, sevimli villalar, dar yollar, şahane heykeller… Bu güzel manzara ta ki camdan içeri bakana kadar devam ediyor. O ne? İçerisi sıra sıra tabutla dolu. Kimisi antika dantel örtüler, kimisi gümüş şamdanlarla süslü tabutların kiminin ise etrafında mermer çerçeveler var. Topraktan geldik toprağa döneceğiz inancı yok buralarda. Her aile bir eve sahip, devlete kira ve aidat ödüyorlar. Ödeme yapamayanın evi yeniden satışa çıkarılıyor, tabutlarsa şehir dışındaki belediye mezarlığına gönderiliyor. Toprağa mı, tahta kulübelere mi, bunu ben de öğrenemedim.
La Boka’da bulunan Al Caminito rengârenk boyalı evleri, el sanatı dükkânları ve kafeleri ile turistlerin uğrak yeri. Tigre deltası turunu atlamamak lazım. Suyla içiçe yaşayan halkı görmek için… Burada alışveriş bile motor marketlerden yapılıyor. İki odalı yazlık evler de var, on odalı muhteşem villalar da…
Buenos Aires’de bit pazarlarının meşhur olduğunu öğrenince hemen yola koyuldum. Antikacıların bulunduğu sokağın meydanı tezgâh ve eski eşya kaynıyor. Sokak tangocuları bir yanda, para verince hareket eden hareketsiz boyalı mankenler diğer yanda tam bir cümbüş meydanı burası. Tezgâhlarda kendilerini seyreden müşteriler hakkında dedikodu eden antikalar arasından arkadaşımla geçip giderken yanımıza şişman, sevimli bir tezgahtar yaklaşıyor. Her halinden heyecanlandığı belli. Gözünden itimat akıyor, bir yandan da İspanyolca bir şeyler anlatıyor. Ama onu anlayan yok. Kelimeler arasından TURCO, anane gibi kelimeler seçiyorum. Üç parmağını öpüp ağzını şapırdatarak saydığı “mmm, humus, tabbule, kuskus, kebap” kelimelerini anlamamak da imkânsız, fakat gerisi yok. Aynı sıcaklıkla veda edip yolumuza devam ediyoruz. Başka bir tezgâhta Osmanlı tuğralı bir kaşık dikkatimi çekiyor. Satıcıyla tarzanca sohbet sonrası büyük dedesinin “TURCO” olduğunu çıkarıyorum. Tezgahtar sanki eski bir dostuna kavuşmuş gibi; gözleri mutlulukla ışıldıyor. Aklıma Arjantin devlet başkanı Carlos Menen’nin lakabının “EL TURCO” olduğu geliyor bu arada. Daha sonra anlıyorum ki tanıştığım iki tezgahtar da Osmanlı torunu imiş. Osmanlı’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan eden ülkelerin tebaasına geçmek yerine Arjantin’e göç eden Osmanlı pasaportlu göçmenlerin adı burada “TURCO”. Adları Turco, gözlerindeki ışıltı ise ecdatlarından miras. Osmanlıya duydukları sevginin bir ifadesi sanki. Bu ışıltı gezip gördüğüm tüm yerlerden daha fazla değer taşıyor benim için.
Hande Berra'ın Yazısı.