Gökhan Umut ilginç bir girişle başlamış yazısına. Katil olmak istediğini söyleyerek başlamış:

“İlkokul çağlarındayken her çocuğa olduğu gibi bana da bir takım sorular yöneltirdi büyüklerim. Soruların en başında geleni ise ‘Büyüyünce ne olacaksın’ idi. Ben de o anki ruh halime göre doktor, mühendis, öğretme, polis olmak istiyorum derdim. Şimdilerde düşünüyorum da bu mesleklerin yanında ‘katil’ olmak istiyorum deseydim nasıl bir tepki alırdım çevremden?

Durun tahmin etmeye çalışalım. Evvela katilin ne olduğu anlatılır, bu sıfat kötülenir ve insanlar tarafından her katilin lanetlendiği anlatılırdı. Çünkü o can alıyordu. Oysa canı Allah’tan başkası alamazdı. Sonra evin büyüğü tarafından biraz tartaklanırdım herhalde. Çünkü canavarın başını küçükken ezmeli:) Ve bu konu burada kapanırdı.”

Yazısında katillerle ahbaplık içinde olduğumuzu anlatmak için böyle başlamış yazıya Gökhan. İyi de etmiş fakat, insan neden katillerle ahbap olur, biraz da buna girmiş olsaymış daha keşfetmeye açık bir yazı olurdu. Bu haliyle bir şablona sokuşturmak için bulunmuş, bunun için kullanılan bir yöntem gibi anlaşılmaktan kurtulamıyor yazısı.

Abdullah Kibritçi’nin bir şiirini tamamen buraya almak istiyorum. Çünkü bir hiciv şiiri olarak başarılı buldum şiiri. İşte böyle rahat şiirler yazmalıyız arkadaşlar. Rahat ve kıvrak. Rahat ve matrak. Bunu başarıyla yapabilen daha zorlarını da, daha ciddilerini de yapar, yapacaktır. Ama buna kalem kıvıramayanlar daha ciddilerini de çok sıkıcı bir şekilde yapacaklar, bizleri de bıktıracaklardır. Okumaktan soğutacaklardır. Böylesi şiirleri genç arkadaşlar bestelemeli bence. Böyle şiirlerden albümler yapmalı. Böyle işler yapmaktan korkmamalı.

Şiirin sonu daha güzel bitebilirdi, onu söylemeden de geçmeyelim.

Hortluyoruz

Abdullah Kibritçi

Çok farklı amaçlarımız var tatlım, bilemezsin

Güzel cümleler kurduğumuza, medeni takıldığımıza bakma

Kafamızın derinliklerinde, örümcek ağlarının bulunduğu o bölümde

Yerlilerin vahşi tamtamlarını saklarız

Rejimleri devirir, saikleri haklarız.

Bizden ne kadar korksan az tatlım, bilemezsin

Örtülü öcüler kılığında rüyalarına gireriz

Geceleri mutant oluruz, değişir çehremiz

Kill Bill tadında çarşaflı bir abla olur bazen

Duvarlara kanla tekbirler yazarız.

Okullara gireceğiz tatlım, kamusal alana sineceğiz

Başörtümüzü mınçıka yapıp vahşet filmleri çekeceğiz

Tespih boncuklarından işkence metodları

Dantelli takkelerle bozacağız aklını

Bizden korkabildiğin kadar kork tatlım, anladın mı.

Düşündüğünden daha kötüyüz tatlım, bilemezsin

Kadınları evlere, erkekleri camilere hapsedeceğiz

Hırsızların kolunu değil sülalesini keseceğiz

Nasıl olduğunu bilemeyeceksin

Tehlikenin farkındasın

Yüzyıllar öncesine döneceksin.

Uykularını kaçıracağız tatlım, bilemezsin

İşrakta sayım, yatsıdan sonra yat yoklaması

Sıkı bir mahalle baskısı

Mekke makamında okunacak ezanlar

Şalvar ve cübbe işin cabası.

Yorganı kafana çekme tatlım, başın açık olmalı

Tanımalı seni, biz zombi orduları

Sendeki bu Müslüman korkusu

Çok eğlenceli doğrusu

Gölgesinden korkan çocuklar olur ya hani

Oturup sana ciddi şeyler mi yazacaktım yani.

Zehra Betül Bıyık çocukluğunun oyunlarını anlatmış. Güzel anlatmış. “O kıpır kıpır yıllarda en sevdiğim oyundu saklambaç. Tanıdık tanımadık kim varsa toplanır, taa gece yarılarına kadar saklanır, oynardık. Çanak çömlekler patlar, kurtlar topallardı. İyi saklanamayıp sobelenenler çok olursa parmak çekilirdi. Arada karakediler de çıkardı tabii. Sonra yeni ebeler direğe yaslanıp yüze kadar sayardı.”

Hikmet Yenice lise yıllarından bir hatırasını anlatmış. Bir de bir tiyatro gözlemini kaleme almış. İkinci metni biraz daha zorlama, anlatmak istediğini tam anlatamayan bir metin. İlk metin ise rahat bir metin fakat bir yazı olarak ona vazgeçilmezlik katacak bir tarafı yok. Yazdığımız şeyi elbette rahatça yazabilmelisiniz ama yazınızın da bir ruhu olmalı!

Ayşe Tuncayak’tan başka metinler de bekliyoruz. Mutlu olduğunu anlatmış yazsında Ayşe Tuncayak. Neden huzurlu, mutlu olduğunu anlatmak için de birkaç paragraf yazsaydı yazısı daha da bir yere oturmuş olacaktı.

“Bugün her şey bir başka kokuyor. Erciyesteki kadelenlerin bile kokusunu hisediyorum. Bir de Bursa daki menekşelerin. Karıncaların bile sesini duyabiliyorum bugün. Güneşi hissetmiş, sevinçle yeryüzüne çıkmaya çalışıyorlar. Ve bir yerlerde ufacık sevimli bir tavşan havuç yiyiyor. Kıtırtıları kulağımı gıcıklıyor. Evet, bunu duyabiliyorum. Bir de gökyüzündeki kuşların sevgiyle kanat çırpışlarını... Kalp titreşimlerini hissedebiliyorum bugün ve kalp kırılma sesini duyabiliyor yüreğim. Kalp dilinin gözler olduğunu bilerek okuyorum bugün tüm bakışları. Nedense hiç biri kötü gözükmüyor bana. Çünkü kalplerin derinliklerinde sevgi ve iyilik kırıntılarının olduğunu biliyor bugün yüreğim.”

Mustafa Burak Tokatlı ninelerini yitirmiş çağın çocuklarının tercümanı bir şiirini yollamış bize. Ninelerimiz biliyorsunuz, başörtülüdürler. Bakalım elli yıl sonrasının siyasileri de “Benim ninem de başörtülüydü ama onunki siyasi değildi” diyecekler mi. Örtüsüne göz dikilen kızlar nine olduklarında nasıl masallar anlatırlar torunlarına merak ediyorum. Yoksa gelecek zamanlarda torunları ninelerinden ayıracaklar mı, şimdiden yaptıkları gibi…

Mürekkebi Kurumadan köşemizin alanının dışına çıkıyorum ama aranızda ninesi olan varsa aman ona iyi baksın! Aman, kıymetini bilsin…

Bir de onu bol bol dinlesin.

Hele hele Yörük arkadaşlar varsa mutlaka büyüklerine bol bol bir şeyler anlattırsınlar. Yörüklerdeki yalın ve zengin Türkçe kimsede yok.

Biz Mustafa Burak’ın şiirine göz atalım biraz:

“Ama sen, benden habersiz gittin.

Yoksa beni kandırdın mı nine?

Ben çocuğum ya kanarım her şeye.

Yine kandırsan beni şu gurbet yollarında.

Son bir kez görsem yüzünü, gözlerin gözlerime son kez değse.

Son kez oturup ağlasak diz dize…

Uzaklaşıyorum bir trenle ve gidiyorum senden uzaklara.

Uzaklardan sana bir de Fatiha yolluyorum.

Ha unutmadan nine, ben artık büyüdüm, hem de kocaman adam oldum.

Yemeğimi bile kendim yiyebiliyorum, üstüme dökmeden.

Sadece bir şeyi yapamıyorum. Neyi biliyor musun nine?

Bir türlü masal anlatamıyorum kendime.

Çünkü korkuyorum nine, rüyama gelmezsin diye.

Rüyama gelip de bana masal anlatmazsın, o pamuk ellerinle tutup ellerimi, saçlarımı okşamazsın diye.

Şimdi gözlerimi kapatıyorum geceye, sensiz ve masalsız.

Mekânın cennet olsun nine…”

Sümeyye Arslan ezan ile ilgili bir şiir yazmış. Şunu yapmak bilmiyorum şiir yazma şevkinizi mi kaçırır yoksa daha da hoşunuza mı gider: Ezanı şairlerimiz nasıl kullanmışlar, şiirde nasıl geçmiş ezan, bunu araştırsanız çok daha farklı olacaktır.. Buna bakmak bize bir zenginlik katacaktır diye umuyorum. Bir de dünya şiirinde ezan nasıl geçiyor diye araştırdığınızı düşünün, artık önünüze muazzam bir imkanı koymuş olursunuz

Nilay Bozdemir bizi yazılarından mahrum bırakmıyor. Nilay Bozdemir’e Yitik Cennet’i tekrar tekrar okumasını önereceğim. Ve artık birkaç edebiyat dergisi takip etmesini isteyeceğim.

Yaren Dere de güzel yazılar yazıyor. Fakat bayan okurlarımızın genel olarak mecaz konular yazmaları özgünlüğü kaçırmalarına sebep olabilir. Buna dikkat etmekte fayda var.


Asım Gültekin'ın Yazısı.