Derdimizin Kalitesini Artırmak
Birkaç aydır üniversite gençliğinin eğilimleri konulu anketler yayınlanıyor. Son yayınlananla ilgili haberi Medyanoz sayfamızda okuyabilirsiniz. Anketlerde çok farklı sonuçlar var ama en önemlisi üniversite gençliğinin değerleri ile halkın değerleri arasında gözlemlenen uçurum. Mesela başörtüsüne bakış. Halkın %70’ine yakını başörtüsüne özgürlük isterken bu oran üniversite gençliğinde %50’lere düşüyor. Daha acısı başörtülüleri okulunda görmek istemeyen üniversitelilerin oranı %45’lerde. Bu ne anlama geliyor? Çok basit aslında: Derdi başka yerde aramaya gerek yok, dert tam burada işte. Derdi olanın çabasını sarfetmesi gereken yer de burası. Bu ülkenin geleceği değil sadece, kendi geleceği ve en önemlisi kabiliyet ve imkanlarının zekatı konusunda dertlenenler himmet, teksif ve mesailerini buraya yoğunlaştırmalılar. Mesajlarımız, ortaya koyduğumuz söylem ve kullandığımız dil gençleri ne kadar cezbediyor acaba? Bu ülkede eğitim seviyesi yükselenlerin çoğunluğu neden halkın değerlerinden uzağa savruluyorlar? Şurası bir gerçek: Bizim iletmeye çalıştığımız mesaj gençleri cezbetmesi gereken bir mesajdır. Bunu nereden biliyoruz? İşte bu sayıdaki kapak konumuz ve işte “Bana önce gençler inandı” diye buyuran kutlu elçi. O’nun (SAV) mesajı toplumun bütün kesimleri arasında yankı bulmuş, ancak en önce gençleri yakalamıştı. Bu, bugün böyle değilse suç kimde acaba? Mesajda mı, mesajı günümüze taşıyan ve iletenlerde mi? Bu konu çok “dertli” bir konu aslında; uzayıp gidecek bir tarafı da var, kısa kesmeli ama önemli bir ayrıntıyı atlamadan: Peygamber Efendimiz (SAV), getirdiklerinden ayrı düşünülebilecek birisi değildi. McLuhan’ın “Medyum (ileten) mesajdır” sözünü doğrulayan bir hakikattan bahsediyorum. Bugün gençleri cezbetmesi gereken bir mesajın bunu hakkıyla başaramadığını konuşacaksak daha evvel temas etmemiz gereken iki husus olduğunu bilelim: Birincisi kendi kalitemiz, ikincisi de mesajımızı “nasıl” yani hangi dil ve üslubu kullanarak ilettiğimiz.
***
GENÇ Gönüllülerin içimizi ışıtan faaliyetleri devam ediyor. Bir adım atıldı ya bir kere, her yerden ses gelmeye başladı. Artarak devam edecek inşaallah. Biz de seyahatlerimize devam ediyoruz. Kütahya, Uşak ve Simav’a uğradık. Bursa’da gönüllülerle mutad buluşmalarımızdan birisini gerçekleştirdik. Önümüzde Sivas, Kahramanmaraş ve Osmaniye var. Sonra Karadeniz ve Van. Ne yapıyoruz buralarda? Derg/dimizi anlatıyor, dertlilerle buluşuyoruz. Dertlilerle evet. Onları gözlerindeki ışıktan tanıyoruz. Herkeste her zaman göremeyeceğimiz o ışığı bize ancak dert eksenli buluşmalar sağlıyor. Derdimizin en güzel ifadesi o ışıltılar buluştuğunda ortaya çıkıyor. O zaman sanki alemdeki cümbüşün perdeleri aralanıyor, ortalık bayram yerine dönüyor. Gönüller sımsıcak oluyor, ciltler bile yumuşuyor; bir ipeksi tavır ki alıyor en katısını bile sarıp sarmalayıp kendisi yapıyor. O ışıltıların sırrı derdine muhatap bulma sevincinde gizli. Derde aşina olanlarla buluşma, bir dert kardeşliğinin sevinci oluyor. Öyledir de zaten. Dertliler, aynı yöne bakmanın sevincini ve hüznünü birlikte yaşayanlardır. Onlar zaman ve mekan ötesi buluşur, görüşür ve bilişirler.
***
Bugünlerde İkbal okuyorum. Dertlenmek için birebir; teklif –tavsiye değil- ederim. İkbal niye önemli bizim için? O, Batı ile Doğu arasında sıkışmış nesillerin ilk örneği. Daha da önemlisi şu: Batı’yı ve Batı’ya ait değerleri daha iyi bildiği için hizmet etmişlerin belki de ilk temsilcisi. Ciğerinden kalemine kan çekerek yetişmiş bu nesil Batı’nın ilerleme ve teknoloji yaldızının gözlerini kamaştırmasına müsaade etmediler, çünkü onların gözlerinde Medine sürmesi vardı. Medine sürmeli Batı fatihlerini –Aliya da onlardan birisi mesela- önemsiyor, dertlerini anlamaya çalışıyoruz. Kendimizi ve derdimizin kalitesini artırmak için...
Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle Allah’a emanet olunuz.
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.