Sınırda Öğretmen Olmak
F. Tuba Gezgin
Gün ışıklarının ilk olarak merhaba dediği ülkemizin doğu sınırında yaşayan, imkanları kısıtlı ama gönülleri zengin insanların yanına gelebilmek için öncelikle pasaport kontrolünü andıran güvenlik denetimlerinden geçmeniz gerekir. Aynı ülke içinde şehir değişikliği yapmanıza rağmen kimliğiniz ve çantalarınız denetlenir defalarca. Fakat doğudan yayılan ve son zamanlarda iyice artan üzücü haberler ümitsizliğe sebep olmamalı. Çünkü her ne kadar televizyon ekranlarına yansımasa da, doğuda, ırkın kıymetinin tıpkı soğuk havalar gibi sıfırın altına düştüğü gümbür gümbür bir kardeşlik duygusu yaşanmakta. Bu duygunun doruğa ulaştığı yerlerden biri de öğretmenlik yaptığım ve her bir öğrencisine görünmez bir bağla bağlandığım okulumuzdur şüphesiz.
Soğuk ve sisli bir kış günü okula doğru yürürken okul, aşılması zor yolların ötesinde, sislerin arasında gizemli bir şato gibi görünmüştü gözüme. Oysa burada hayat gizemle değil, en doğal gerçekliğiyle devam etmekte ve biz ırk farklılığımızın aramızda nifak oluşmasına sebep teşkil edemeyeceği düşüncesiyle nice kardeşlik zaferlerine imza atmak üzere buradayız. Okumak için farklı köylerden gelip ailelerinden ilk defa ayrılan kızların, ağlayarak söyledikleri şarkıları kim kimin için yazıp bestelemiş olursa olsun, burayı yansıttığı kadar yansıtamaz bir başka yeri;
Bir el uzanır bana sınırların ardından
Büyümeli sevdamız kardeşlik toprağında
Aynı topraktan geldik biz bize benzeriz
Sevda öyle dururken neden kavga ederiz?
Temizlik başta olmak üzere eğitim için elinizden geleni yapmanıza rağmen öğrencilerin öğretilenin zıddını yaptığına defalarca tanık olunca ümitsizlik denen o kötü duygu bütün ısrarıyla fısıldar kalbinize; “yok! bu iş olmayacak” diye… Zor elbet. Sabır gerek. Zorluk ve sabır, olgunluk demek. Zorluk olmasa sabra ne gerek? Sabır olmasa zorluk ne demek? Tüm dünya çocuk ve gençlerine, bildiğim ne varsa öğretme aşkı içimdeyken ümitsizliğe yer yok. Asla yok. Öğretmek, zaten belli zorluk ve sorumlulukları olan bir fiil. Bu fiili bir ülkenin sınır bölgesinde yapmaksa ayrı zorluklar içerir. Ama sınırlar öğretme aşkını törpüleyemez. Her ne kadar burada kendimi dünyanın öbür ucunda yaşıyormuş gibi hissetsem de bir öğretmen olarak tüm dünyayı okul dahilinde görürken, ülke sınırında olmak ümitsizliğe sebep bile sayılmaz.
Metropollerde nice imkanlara rağmen yaşanan tatminsizlikler had safhadayken, mahrumiyet bölgesindeki imkansızlık ve zorluklar, tatminsizlik bir yana, aza kanaat etmeyi hatta aza bile şükretmeyi öğretebiliyor insana. Sıcacık evlerinde hiçbir şeyden mutlu olmayı beceremeyenlerin, burada sıfırın altında 35 dereceye düşen soğuklar yüzünden “Allah’ım gece vakti bu soğukta sınırda nöbet tutan askerlerin hatırına havaları biraz ısındır” diye yakaran insanların masumiyetine şahit olmaları gerek belki de. Ya da insanın “acaba mayına basar mıyım?” korkusuyla yürüdüğü bu yerlerde en azından birkaç gün geçirmeleri gerek belki. Her türlü imkansızlığa rağmen, sabahın erken saatlerindeki ilk derslerde bile öğrencilerimin gözlerinden eksik olmayan o tarifsiz parıltıyı depresyon ilaçlarına enjekte edip tüm ümitsiz hastalara içirebilmeyi ne kadar da isterdim.
Rahmetli dedemin doğunun soğuk köylerinde geçirdiği öğretmenlik anılarının benzerlerini tecrübe edinerek “tarihin tekerrürden ibaret” olduğuna şahit oluyorum. Ruhun şad olsun dedeciğim; seninle aynı mesleği yaparak ve aynı niyeti taşıyarak senin yolundan geliyorum, senin gittiğin yere doğru. Zaten en ibret verici tekerrür de bu, toprak yolculuğu değil mi? Doğan her dedenin ve torunun oranın yolcusu olması. Belki dedeyken belki henüz torunken…
Yıllarca süren eğitim kahramanlığından sonra vefat eden öğretmenlerimizi ve bilhassa dedemi rahmetle anarken genç öğretmenlerimize “yılmak yok, ha gayret” diyorum.
GENÇ'ın Yazısı.