Çanakkale`nin Issız Kalmış Nikâhı
Semih, nişanlısı Şefika’dan, kendisinin şehit olduğu haberini alması durumunda da, bir Çanakkale gazisi ile evlenmesini ve vatanı uğrunda canını ortaya koyan bir gazinin eşi olmasını tavsiye etmektedir.
Semih ile Şefika… Pâyitaht’ta, bu günkü adı Güzel Sanatlar Akademisi olan, Dârü’l Fünûn’un mezun olmaya namzet iki öğrencisi.
Aileleri arasında görüşmeler bitmiş;okul bitince evliliğe adım atacak iki nişanlı onlar.. Parmaklarındaki yüzüklerin sevdâ ışığıyla birbirine bağlanmış iki gönül..
Zor zamanlar. Ancak can bedeliyle korunabilecek vatan toprağı, tehlikede. Şanlı ordumuzun kahraman askerleri cephede kırıldıkça, zaten asker doğan bir milletin içinden orduya sevkiyatlar git gide artmakta.
Dârü’l Fünûn’a da gelen cihat çağrısına iştirak edecek cengâverlerin içerisinde Semih de vardır. Akademi öğrencisi olmasından dolayı, Semih, teğmen rütbesiyle derhal Çanakkale cephesine gönderilir.
Burada, çok sıkıntılı ama üstün başarılarla dolu çarpışmaların bizzat içerisinde yer alır. Vakit buldukça da İstanbul’a, nişanlısı Şefika’ya mektuplar yazmaktadır.
Bu mektuplarda, genellikle, içerisinde bulunduğu şartlardan ve düşmanın amansız saldırılarına karşı ne tür zorluklar yaşandığından, bir iman ordusu hâline gelmiş kahraman askerlerimizin fedakârlığından bahseder. Bol bol dua ister..
Yazdıklarının, neredeyse birkaç cümlesinde bir, çok değer verdiği komutanı Celâdet Binbaşı’dan bahsetmektedir. O’nun özellikle, kendisine ve diğer askerlere karşı maddi ve manevi babalığını, ilmini, ihlâsını anlatmaktadır. Aralarındaki samimiyet ve Semih’in komutanına karşı beslediği sevgi, o kadar âşikardır ki…
Teğmen Semih, bu mektuplarında,bazı özel satırlar da açar. Bu muharebelerden sağ döneceğine dair içerisinde bir his yoktur. Arkadaşlarının bir bir Cennet’e kanatlanmasıyla, aslında kendisi de iyiden iyiye şehadet sevdasına düşmüştür. Vasiyet niteliği taşıyacak bu özel satırlarda, nişanlısı Şefika’dan, derhal kendisinin de okulu bırakmasını, bir hastanede gönüllü hemşire olarak hizmete başlamasını istemektedir. Zira, yaralı olarak İstanbul’a sevk edilen o kadar çok yiğit ve bu yiğitlerin çabuk müdahaleye, ardından, tedavi olanların tekrar orduya dönmelerine o kadar çok ihtiyaç vardır ki…
Semih, nişanlısı Şefika’dan, kendisinin şehit olduğu haberini alması durumunda da, bir Çanakkale Gazisi ile evlenmesini ve vatanı uğrunda canını ortaya koyan bir gazinin eşi olmasını tavsiye etmektedir.
Günler, haftalar, birbirini kovalar.Nişanlısı ve yâreni Semih’ten artık bir gönüllü hemşire sıfatıyla mektuplar almaya devam eden Şefika, var gücüyle hizmetinde bulunduğu hastaneye getirilen yaralılar için canını ortaya koymaktadır.
Gün gelir, mektuplar gelmez ve zaman geçmez olur. Semih’ten bir türlü bir haber alamaz. Hastanenin içerisinde bir oraya, bir buraya gün boyu koşuşturan Şefika Hemşire, kapıdan içeri giren herkese dikkat kesilmektedir.
Bir gün, koridorlarda yankılanan seslenişlerle irkilir:
-Açılın! Açılın! Celâdet Binbaşı geliyor!Acil vaka! Açılın!...
Birden ürperir. Rengi atar. Hemen toparlanıp hizmete koşar.
Yapılan ameliyatlardan sonra kendisine gelmeye başlayan Celâdet Binbaşı, , orta yerde bir yatağa alınır.
Şefika hemşire, yüksek ahlâk ve edebinden,bir müddet, Celâdet Binbaşı’ya yaklaşmaktan imtina eder. Devamlı o civarlarda bulunmakta, mektuplarda okuduğu Celâdet Binbaşı’nın bu şahıs mı olduğunu bilmemekle beraber, Semih’i sormak için uygun bir ânı kollamaktadır.
Kısa bir süre sonra, etrafında kendisini engellemek isteyenlerin ellerinden kurtularak, Celadet Binbaşı’ya doğru iki büklüm, yaşlı bir kadın hıçkırıklara boğulmuş vaziyette koşarak gelir.
Celâdetim! Celâdetim! Aslan yavrum!Seni sağ-sâlim buldum ya! Dünyadaki tek dayanağım! Ne oldu sana! Yaralı mı düştün? Neyin var oğlum? diye feryatlar eden kadın, yatağında, şaşkın bakışlarını dolu gözleriyle süsleyen Celadet.Binbaşı’ya doğru eğilerek, o yatakta olduğu hâlde sarılmaya çalışır.
Ciğerparesi oğlundan bir tepki alamayınca,hafifçe doğrulan ana:
-Oğlum, niye sarılmazsın sen de anana, kalkıp da elini öpmezsin... deyince, artık kirpiklerinde tutmaya muktedir olamadığı gözyaşlarını yanaklarına bırakan Celâdet Binbaşı, düğümlü boğazından çıkan boğuk sesiyle:
-Ah anacığım! Şu yorganı kaldır da, altına bir bakıver… der.
Korku dolu bir hâl ile yorganı kaldıran yaşlı kadın, ciğerparesinin, kalkıp da annesini karşılayacak iki ayağının bacaklarından, elini öpüp sarılmak için kullanacağı kollarının da omuz köklerinden kopmuş olduğunu görünce:
-Vay benim Celâdet’iiiim! diye bir feryat kopararak, artık cansız bir beden olarak oğlunun göğsüne yıkılır.
Bir şey yapamaz, kıpırdayamaz bir hâlde,göğsünde cansız yatan annesine gözyaşlarıyla ıslanmış yanaklarını süre süre hıçkırıklara boğulan Celâdet Binbaşı, o an, sesini duyacak yegâne varlık olarak bildiği Yüce Rabb’ine ilticâ eder:
-Allah’ım! Beni yaşattın, lâkin şu ağaç kütüğü hâlimle bana ilaç olacak anamı bâri elimden almasaydın!.. Şimdi gözümdeki yaşı silecek şefkâtli bir ele ne kadar da muhtâcım!.. Aaah ah! Ne vardı ben de Teğmen Semih gibi şehit düşseydim de bunları yaşamasaydım! Şimdi beni kimin eline bırakıyorsun, artık bana kim yârenlik edecek?
Bu kısacık zamanda olanları bir kenarda dehşetle izleyen Şefika Hemşire de göğsünü büsbütün dolduran hicran yumağı yutkunuşlarla birden kendisini öne atarak, evvelâ Celadet Binbaşı’nın üzerine cansız düşmüş mübarek kadını, arkadaşlarının yardımıyla oradan kaldırır ve bu toprakların vatan olarak kalmasında üstün emeği olan bu îman abidesi komutanın karşısında, edepten kafasını kaldırmaya cesaret edemeyerek, ayak uçlarındaki gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan:
-Üzülmeyiniz.. Ben, Şehit Teğmen Semih’in,emanetinizi sahiplenecek, size bıraktığı emaneti, Şefika Hemşire’yim, der.
Ne duruyorsun, var git Çanakkale’ye de tarihe ve tarihin içinde ıssız kalmış nikâhlara şahitlik et! Aradığın zafer, orada, seni bekliyor...
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.