Merhaba arkadaşlar!

Nisan ayındayız. Nisan dolu bir ay olacak. Bahar geliyor; bahar Döneminin vize sınavları başlıyor bitiyor, Kutlu Doğum haftası kutlanıyor, konferanslar, paneller, kampüs, kulüp, vakıf etkinlikleri artıyor. Ülkemize has gerginlikler de bu arada devam ediyor. Bazı üniversitelerde başörtüsü yasağının sürmesi, rektörlerin tuhaf açıklamaları, kameraların kampüs girişlerinde öğrencilerin peşinde dolaşması, Ergenekon olayları... Bu atmosfer içinde dikkat etmemiz gereken bir şey var. Gürültü ve karmaşanın duyarlıklarımızı gevşetmesine izin vermeyelim. Oynanan oyunlara karşı durabilmek için, nisanla beraber diriliğimizi artırmamız gerekiyor. Bulunduğumuz yerden ama ortak bir niyetle. Dinç, diri bir şekilde çalışmalarımıza devam etmeliyiz. İlk haberimiz, buna bir örnek olarak da düşünülebilir. Polonya Lodz Üniversitesi`nden Sümeyra Aktaş bir haber yazmış. Sümeyra Aktaş bu sayımızda dergimize de Polonya`daki eğitimiyle ilgili bir yazı yazdı, ayrıca kampüsten haberler için yazdığı metni de buradan paylaşalım:

"Merhaba...

Yaklaşık 1 aydır Polonya`nın Lodz kentindeyim. Erasmus programı çerçevesinde lisansımın 2 .yarı dönemini buradan devam ediyorum. Lodz Polonya`nın ikinci büyük şehri ve Lodz üniversitesi de eğitim açısından oldukça iyi durumda. Fakat kampusten haberler sayfasına haber yazarken şunu belirtmeliyim ki, Lodz`da kampus sistemi yok.Tüm fakülteler ayrı binalar halinde şehre dağılmış. Dışında tabelası olmasa buranın bir fakülte olduğunu anlamak da güç doğrusu. Fakültedeki gençler gayet ciddiler. Giyim tarzları, konuşmaları. Bunun sebebi gençlerin devlet ya da özel üniversiteye kendi isteğiyle gitmesi ve gerçekten üniversite okumak için üniversiteye gelmesi. ÖSS gibi bir sistem olmadığı için herkes istediği bölümü okuyor. Hatta ÖSS`yi yıllarca deneyip istediği bölüme giremeyen arkadaşlar bir yıl dil hazırlığının ardından istedikleri bölümü okuyabiliyorlar. Mesela, ne başörtüsü sorunu ne katsayı engeli var. Fakat her şey çok da güllük gülistanlık değil. Sokağa çıktığınızda başörtünüzden dolayı yadırganmamanız imkansız. Ayrıca insanlarda İslamiyet algısının olumsuz bir yönde olduğu da belli. Fakat bu, tamamen önyargılardan kaynaklanıyor. Polonya`nın homojen yapısı farklılıklara alışmayı engellemiş belki de. Aslında zaman geçtikçe onlar değil de siz alışıyorsunuz bakışlara. Yabancı öğrenci yok denecek kadar az. Herhangi bir baskı yok üniversitede. Hocalarla, dekanla çok rahat iletişime geçebilirsiniz. Fakültenin tek başörtülü öğrencisi olmam kimse için sorun teşkil etmiyor mesela. Burada ülkemizi ve İslamiyeti tanıtmak en aslı vazifemiz. Çünkü insanlar merak ediyorlar. Fakat öyle çelişkilerle dolu ki ülkemiz biz çoğu noktayı açıklamakta yetersiz kalıyoruz. İnsanlar zaten ülkemize hayran, özellikle Lehler Osmanlının yaptıklarını unutmamış ve Osmanlıyı hâlâ çok seviyorlar. Fakat ülkemizdeki politik karmaşayı anlatmakta epey güçlük çekiyoruz. Geçen gün markette İskender adında bir bey önümüzü çevirdi, Suriyeli`ymiş. Ayak üstü sohbette epey konuştuk ve konu siyasi durumlara geldi. Ülkemizde başörtüyle okunup okunmadığunı sordu. Hayır dedik. Yöneticilerimizi sevip sevmediğimizi sordu biz de evet seviyoruz dedik. Onlar bu sorunu çözmek istiyorlar mı, evet istiyorlar dedik. Peki neden hâlâ buralardasınız. Neden kendinizi burada daha özgür görüyorsunuz? Dünyadaki tüm dilleri bilsem de buna cevap veremezdim işte. Biz yine her şeye rağmen ülkemizi çok ama çok sevdiğimizi anlatmaktan insanları buraya davet etmekten yorulmayacağız!"

Sümeyra Aktaş`a haberi için teşekkürler. Yurtdışında okumak, mücadele etmek kolay değil. Birçok durumu, düşünceyi kapsayan bir haber aslında bu. Böyle programlarla yurtdışında okumak isteyen arkadaşlara da önbilgi vermiş olduk...

İkinci haberimiz için Türkiye`ye ve Ankara`ya dönelim. :) ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği`nden Mustafa Kaman bir haber yazmış bize. Mustafa Kaman`dan geç olsa da güç olmayan bir haber aldık. Okuyalım:

"ODTÜ`de bu sıralar kampüs gelişim günleri faaliyetleri devam ediyor. Birçok firma, birçok yüzü ile kendisini tanıtmak amacıyla kampüste, Kültür Kongre Merkezinde (hani o rektör ordusunun brifing verdiği yer :) stand açıyor, seminer veriyor, öğrencilerle buluşuyor. Tabi bunların hepsini takip etmek mümkün değil. Hangisi ilgi alanınıza giriyorsa onu tercih ediyorsunuz. Tabii, katıldığınız seminer akıcı olursa dersinizi bile, bile bile asabiliyorsunuz. :) Bunların bir tanesine benim de katılma fırsatım oldu. Editörümüz Lütfi Arslan`ın geçen sayıda sorduğu,

1. İstediği manevraları yapmakta mahareti tartışılmaz bu sistem acı, gözyaşı ve sömürü üzerine yükselmiş özünde acımasız bir sistem değil midir?

2. Bu düzene çekidüzen verecek tek değerler sisteminin mensuplarının daha sistemin kodlarını çözemedikleri gerçeği görülmekte midir?` soruları zihnimin bir kenarında dururken, kongre merkezine giriş yaptım. Hepimizin bir şekilde aşina olduğu Google`ın Türkiye pazarlama direktörü Mustafa İçil`in sunumuna katıldık arkadaşlarla. Önce şunu anladık, kaliteli iş yapmak, üretmek başka birşey, yapılan işi pazarlamak bambaşka birşey. Üniversiteli arkadaşlar, özellikle de işletme, iktisat, mühendislik gibi alanlarda eğitim görenler, başka bir deyişle ilerde "piyasa" denilen kavramla bir şekilde yüzyüze gelecek olanlar için bu "pazarlama" işini anlamak çok önemli. Tabii, bu "pazarlama"nın yöntemleri de gün geçtikçe değişiyor. Artık kapı kapı dolaşıp pazarlamak devrini kapatıyoruz. Sanal kapılar var şu an önümüzde. Önümüzdeki yıllarda da payını gittikçe büyüteceğe benziyor. Google örneğine baktığımızda Google`ın sanal alemde el atmadığı, kafa yormadığı alan yok gibi. Bu anlamda işlerini iyi yapıyorlar. Ya da Mustafa İçil çok iyi bir pazarlamacı :)

Katılmak isteyen arkadaşlar için belirtelim, kariyer günleri 26 mayısa kadar ODTÜ Kongre ve Kültür Merkezinde devam edecek. Kariyer Günleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için http://www.kpm.metu.edu.tr/ adresini ziyaret edebilirsiniz. Selamlar."

Evet, piyasaya duyarsız kalmamak gerekiyor. Neler olup bittiğini bilmek, takip etmek, değişen şeylerin anlamını kavramak gerek, özellikle gençler olarak.. Bazı gelişmelerden, yeniliklerden uzaklaştıkça onların üzerimizdeki baskısı, etkisi artıyor aslında. Bu noktada, `bilinç, birşeyin bilincidir` sözünü hatırlayalım. Ama tabii "piyasa dediğimiz geniş alanı tanıyayım bileyim benim de payım olsun sahip olayım" derken bazı rüzgarlara da kapılmamak lazım. Bu konuyu daha somut yanlarıyla konuşmak, tartışmak gerekiyor... Temas ettiği için Mustafa Kaman`a teşekkürler.

Diğer haberimiz ise İstanbul’dan. İstanbul Aydın Üniversitesi’nden Kenan Demir yazmış bize. Yine şimdilerin önemli konusu olan başörtüsü konusu hakkında. Kampüsünde yaşanan bazı şeyleri aktarmış:

“Merhaba, Başbakan’ın İspanya’da ``velev ki siyasal simge de olsa`` sözüyle başlayan, başörtüsüne özgürlük girişimi Türkiye’nin daha fazla özgürleşmemesi amacıyla fırsatı kazaya bırakmayan müsait zaman laikleri adlı bir grup tarafından okulumuzda üstülü örtülü eylemlerle protesto edildi. Maalesef, eylemler ``burası okul medrese değil`` ile başlayıp, ``türbana geçit yok`` ile devam etti ve tabii ki ``Türkiye laiktir laik kalacak`` sloganlarıyla sona erdi. (Laiklik nedir? diye sorsanız eminim ki ilkokulda ezberlediklerinden başka ikinci bir cümle kuramayacak kişilerdi).

Söz bitti direniş devam ediyor havasında giriş kapısına barikat kurarak düşman askerlerinin (!!!) içeriye girmelerini engellediler. ``Cadı avı`` operasyonu sonucu ise içeri sızmayı başaran birkaç böşörtülü ise yaka-paça dışarı atıldı!

Hayatında ilk defa böyle bir şey gören Amerikalı Henry hocamız ise büyük bir şaşkınlıkla izleyerek olayı yorumladı: `` what is happening man in the morning (sabah sabah n`oloyor dostum).” Ertesi gün bir internet sitesinde gördüğüm haberde, iki fotoğraf verilmiş, aralarındaki farklar soruyordu.

1. Fotoğrafta 1951’de Amerika’da zencilerin üniversiteye girmesi sonucu yaşanan tepkiler ve bir zenci kızın arkadaşları tarafından yuhlanarak ve itilerek dışarı atılması vardı.

2. Fotoğrafta ise okulumuzda çıkan olaylardan dolayı başörtülü bir kızın aynı şekilde arkadaşları tarafından ‘itilerek’ dışarı çıkarılması sahnesi vardı. 1951 Amerika 2008 Türkiye senaryo aynı, kare aynı sadece oyuncular farklı. İki fotoğraf (durum) arasındaki 7 farkı ben bulamadım bulan varsa bana da söylesin.

Olaylarda bir hafta okulumuzda sonra 32. gün programı yapıldı ve ``yök`` başlığı altında başörtüsü tartışmalarına sahne oldu. Programdakilerin ortalama din bilgisi lise müfredatını geçmediği için Baykal hocaefendinin `cevaz`larına dayanarak fetvalar havada uçuştu. Bu topraklarda 1000 yıldan beri süren geleneksel kıyafetimiz olan göbeği açık düşük bel blue jean ve Selçuklu’dan beri devam eden göbek pıyırsıngi ile mikrofonu ele alan bir kızın böşörtüsünün yabancılar tarafından dayatılmış bir yabancı üniforma olduğunu savunması ise görülmeye değerdi. Gülsen mi ağlasan mı...

Sonuç: okulumuzda başörtülüler rahatlıkla derslere giriyor ve şu ana kadar kimseye kezzaplı şırınga sapladıkları görmedim. Yine de ``bu böşörtülülerden herşey beklenir önlem alalım`` diyenlerin ``Türkiye laiktir laik kalacak`` diye ellerinde tesbih günde 99 kere çektiklerini duydum. Başörtüsünü protesto eden grup arasında gördüğüm bir kızın 2 gün sonra başörtülü bir kızla kolkola gezdiğini gördüğümde bir kez daha anladım ki güncel politikalarla çok kolay gaza gelip dolmuşa binmemek gerekiyor.”

Eyvallah, Kenan kardeş. Gayet isabetli ifade etmiş olayları. Gözümüzün önünde böyle şeyler olacak da, duyarsız kalacağız mümkün mü? Böyle haberler de daha çok üzgünlüğümüzü artırıyor, ama bir yandan da mücadelemizi, hırsımızı, empatimizi, faaliyetlerimizi perçinliyor. Allah doğruluk için savaşan herkesin yardımcı olsun. Amin. Amin. Bu sayılık bu kadar.

Mayıs’a kadar, tüm arkadaşlara iyi dersler iyi çalışmalar diliyorum.


GENÇ'ın Yazısı.