İmam-ı Rabbani’nin huzurundayız: Hayatını İslam’a adamış, bir dini fetret döneminde bütünlüğü sağlayıp Hakkı batıldan ayırmış, ehl-i sünnet itikadını Serhend’den Dünya’ya yaymış bu mübarek zatın gül yapraklarıyla süslenmiş misler gibi bakımlı kabirlerine, hafızlar eşliğinde ziyaretimizi yapıyoruz.

Uzakta ta uzakta Hint diyarının içlerinde turistlerin duymadığı, görmediği bir mücevher Serhend. Yolculuğumuzun amacı çok başka olsa da Chandigar’dan geçerken gezgin tarafımızı kıramadık ve şehri bir güzel gezdik.

Rock Garden sıra dışı bir park. Çanak, çömlek, fayans, varil, boncuk hayalinize gelen tüm bu artık maddeler burada objeler oluşturularak sanata dönüştürülmüş. Hafif Hint müziği eşliğinde ziyaretçilerini bekliyor. Rengarenk eski tabak kırıklarından yapılmış maymun sürüsü ya da boncuk artıklarından yapılmış çocuklar, labirent şeklindeki doğal bahçenin diğer bölümleri. Ayrıca şelaleler, küçük mağaramsı geçitler ve bu bölgeye has, kökleri kıvrılarak yeryüzüne toprağın dışında tutunmayı tercih eden ağaçlar var.

Gül bahçesini, Hidiv Kasrı ile kıyaslarsanız sükutu hayale uğrarsınız. Ama burası bir Bollywood filmi için birebir. Bir banka oturun ve sadece seyredin. Sırmalı sarisinin (yerel kıyafet) altına giydiği Nike spor ayakkabısıyla yürüyüşe çıkandan tutun seyir havuzunda etrafta kimse yokmuşcasına yıkanan Sikhlere, turuncu türbanlarıyla bahçeyi süpüren vazifelilerden sizinle bir fotoğraf karesinde olmak isteyen yerli miniklere bütün aktörler burada. Güller bizim güllerden farklı olmasa da Jakaranda adında yapraksız kocaman ebruli çiçeklere sahip ağaçlar muhteşem.

Öyle ilimler vardır ki onlar satırlardan değil sadırlardan öğrenilir. Şimdi sıra kalpleri Allah ile dolu, O’nun verdiğini yine O’na yaklaşmak için kullanmış veli zatları ziyarette. İstikametimiz Serhend.

İmam-ı Rabbani Hz.’nin dergahının kapısında bekleyen muhterem bizi önce hemen yakında bulunan Şah Cihan’ın yaptırdığı Kraliyet bahçesini gezdirmeye götürüyor. Yıkıntılar harikulade yazlık sarayın varlığını fısıldıyor. Saraya uzanan yoldaki sağlı sollu büyük havuzlarda, kayıklarında gezinen, ipek sarilerine sarınmış saray halkını hayal ediyoruz. Soğan kubbeli saray camiinin söylediği tek bir şey var ama: Yazlık saray İmam-ı Rabbaniye yakın olmak için bir vesile.

Dergah’a girişte burasının hizmetine bakan ailenin bütün fertleri İslami misafirperverlik ve tebessümle karşılıyorlar bizi. Ne İngilizce, ne Arapça, aramızda öyle güzel bir muhabbet ve sıcaklık yayılıyor ki artık lisana çok da gerek yok.

İmam-ı Rabbani’nin huzurundayız: Hayatını İslam’a adamış, bir dini fetret döneminde bütünlüğü sağlayıp Hakkı batıldan ayırmış, ehl-i sünnet itikadını Serhend’den Dünya’ya yaymış bu mübarek zatın gül yapraklarıyla süslenmiş misler gibi bakımlı kabirlerine, hafızlar eşliğinde ziyaretimizi yapıyoruz. Kabir ne kadar mütevazi ise üstündeki türbe de o kadar ihtişamlı. İmam, Müslüman olmayan Hintliler için de kutsal bir kişi. Türbesinde bu ziyaretçilerin bağladığı rengarenk kurdeleler var.

Oğlu Muhammed Masum ve torunu Şeyh Seyfüddin- i Seyyid’in kabirleri de aynı bahçe içinde, daha mütevazi türbelerde bulunuyor. Ruhaniyet dolu bahçede ziyaretlerimizi tamamlayıp ayrı ayrı yapılan hatim duaları ardından yer sofraları serili bir odaya buyur edildik. Dışarıda hummalı bir çalışma var. Balıklar şişlere dizilirken, köri (acılı bir Hint yemeği), safran, zencefil ve masala kokuları mutfaktan dışarı süzülüyor. Türkiye’den gelenleri ağırlama işine bakan ayrı birisi var. Biz her ne kadar yorulmasına üzülsek de bizim için koşturup duruyor. Onlar misafir ağırlamanın bizlerse mübarekleri ziyaret edip, eski bir Hint dergahında misafir olmanın verdiği şükür hissiyle vedalaşıyoruz.

İnsanlığın dünya ahiret saadetleri için sadırdan sadıra çalışan değerli kulları ziyaretimiz Delhi’de devam ediyor. Muhammed Baki Billah’ın makamına yaşlı bir amcanın ikramı, taze kokulu gül yapraklarını koklayarak, Kur’an kursu talebelerinin sevinçli cıvıltıları arasında ulaştık. Hatim duasının ardından küçük öğrencilerle vedalaştık.

Mazhar-ı Canan ve yanında medfun Abdullah-ı Dehlevi Hz.lerini ziyaret ettik sonra. Nizamettin Evliya’ya giden yolda rastladığımız Pazar tipik bir Hindistan görüntüsü: Kuyuda pişen ekmeğin kokusu, oracıkta boğazlanıp taze taze sahibine teslim edilen tavuklar, aynası ve leğeniyle saç kesimi yapan berber... Benim gibi midesi sağlam olanlarımız yolda soyulup satılan ananas dilimlerinden alarak yolumuza devam ediyoruz. Türbeyi güzelleştirmek için satılan tütsüler, güller ve örtülerin arasından geçerek...

Son ziyaretimiz Nur Muhammed Bedayuni’nin kabri. Bahçe içinde sessiz bir mekan. Rüzgar bile sessizliği bozmamak için burada yavaşlıyor sanki. Kabrin başında bağdaşını kurmuş etrafıyla bağlantıyı koparmış yeşil takkeli bir Hintli var; sanki top patlasa duymayacak, istifini bozmadan Kur’an okumaya devam ediyor. İstanbul’dan getirilmiş seccade ve hediyeleri yanına koyuyoruz. Hatim duasına oturacakken bir seccadeye daha ihtiyaç duyunca bu sefer verdiğimizi geri alıyor, kullandıktan sonra da iade ediyoruz. Tebessümler, kıpırtılar, sesler boşuna... O bizi duymuyor bile. Sadır mimarlarının huzurunda bir sadır alışverişine geçmiş bir kere, dünyayı neyleye...


Hande Berra'ın Yazısı.