Susuzun suyu aradığı gibi su da susuzu arar hani. Suyu nasıl da farklı hallerde arayabiliyor insan. Bir çeşme kadar uzakta diye bildiği, aramakla suyu hiç özdeşleştirmediği vakit su, hangi derdine şifa olur acaba insanın? Ya hastayken, suyun sesini bile ferahlatıcı bulurken, besmeleyle açıp, hamd ile bitirirken, su sen ne güzelsin derken, benden önce nerelere uğradın, kim bilir bu yeryüzündeki kaçıncı deveranın diye düşünürken?

Bu yazı yazıldığı sıralarda nisan yağmurları şehrin kapısını çalmış ve toprağı suya kandırmak için uğraşıyordu. Nisan yağmurları diğer yağmurlar içinde ayırt edilecek kadar coşkuyla gelir sanki. Hatta sanki en genç, delikanlı ama acemiliğini üzerinden çoktan atmış bir yağmurdur ilk bahar yağmuru. Çiçek açmış ağaçların kenarından geçerken, çiçeklerine bakıp da ağacı tanıyamayacak kadar kentli oluşuna üzülen insanı da, çiçeklerden ayırt etmeden ıslatır nisan yağmuru. Bahar yağmurları sanki diğer yağmurlardan daha farklı bir mesajla yüklüdürler. Tohumları çatlatacak, toprağı harekete geçirecek bir sır fısıldarlar sanki yeryüzüne. O sırrı taşıyamaz, rengarenk taşırır ağaçlar.

Hava tahmin raporlarında bir süredir nisan yağmurları çıkıyor karşımıza. Bu hafta da yağışlı geçeceğini okudum. Kurak sayılacak kadar susuz ve sıcak geçmiş bir yazın hatırası daha taze iken, çiçek açmış ağaçları ıslatan nisan yağmurları insanı nasıl da sevindiriyor.

Sadece ağaca, toprağa, tarlaya değil, hastalara da dokunur yağmur. Yağmur ateşli hastaları da serinleten bir güzeldir. Zamana ve mekana daha farklı bir gözle baktırır insana yüksek ateş. Hastaya bakan kişi için sayıklama nöbetlerini andırsa da, kişi için başka bir tecrübedir bu. Ve o anlarda, gözünüzü kapattığınız zaman dilinizin, damağınızın, soluduğunuz havanın, burnunuzun içinden beyninize doğru giden yolun, kısacası içinizin kuruduğunu hissedersiniz. Soluduğunuz hava da ateş kesilmiştir sanki. İşte öyle bir gecenin sabahında cama vuran yağmur damlaların size ulaşan sesi, içebildiğiniz sudan daha çok ferahlatır sizi.

Yağan yağmurun toprağı sürükleyip suları bulandırdığı gibi, yüksek ateş de insanın şuurunu bulandırabiliyor. Öyleyken de insan farklı bir bakış kazanıyor her şeye. Belki bir rüya aleminde gezinir gibi… İyileştiğiniz vakit hiçbir anlamı kalmayacak şeyler görüp, düşünürsünüz. Halbuki o anlamsız kalacak dakikalar ne kadar da uzar, uzar… dakikaların içine günler, yıllar sığar çoğunlukla. Muvakkitin en uzun geceye dair yaptığı hesapları bozarsınız oturduğunuz yerden. Hayır saat durmamış, sadece çok ağır ilerliyor, gerçekten çok ağır. Tam aksine bazen de günler küçülür ve bir torbaya girer gerçekten. Nasıl da geçmiş koskoca bir gün? O güne dair hatırınızda hiçbir iz yoksa, susuz ve yüksek ateşle gün boyu uyuduğunuzu anlarsınız.

Susuzun suyu aradığı gibi su da susuzu arar hani. Suyu nasıl da farklı hallerde arayabiliyor insan. Bir çeşme kadar uzakta diye bildiği, aramakla suyu hiç özdeşleştirmediği vakit su, hangi derdine şifa olur acaba insanın? Ya hastayken, suyun sesini bile ferahlatıcı bulurken, besmeleyle açıp, hamd ile bitirirken, su sen ne güzelsin derken, benden önce nerelere uğradın, kim bilir bu yeryüzündeki kaçıncı deveranın diye düşünürken?

Bir bardak suda kopacak bütün fırtına.

Su ve susamakla ilgili yazımız bitmeden, Afrikalı dostumuz Nasır’dan bir paket geldi (Genç dergi okuyucuları sanırım kendisi hatırlayacaktır). Paketteki cd’lerde ülkesi Gana’da, hayırsever insanların yardımıyla açtırdığı su kuyularını anlatıyor Nasır. Su her yerde hayat ise de Afrika’da daha da bir somutlaşıyor hayat kimliği. Su o kurak toprağı hemen yeşertiyor. Sadece bir kuyu, temiz abdesthaneler, mescid, tarım alanı, hayvancılık işi ve tabi ki temiz su içme lüksüne kavuşabilmiş insanlar demek. Bahsi geçen köyde elektrik bile olmadığı için jeneratör ile sağlanıyor suyun yer altından çekilmesi. Görseniz, küçük bir alet o pompa. Fakat beton bir mahfaza ile korunuyor, kıymetli çünkü. Ve yer altından çekilen su bir depoda toplanıyor. Oradan dağıtılıyor. Allah hayırsever insanlardan razı olsun. Şimdi beş kuyu daha açılması için çalışmalar başlayacak gibi görünüyor. Altıncısı da inşallah bizden olsa diye ümit ediyorum. Belki de üzerine “Genç Kuyu” yazılır kırmızı boyalarla. Açılışı için, Afrikadaki bir dostumuzun elini sıkmak için yola çıkarız bu defa.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.