Kimi okurlar rumuzla yazmayı seviyor. Rumuzla yazan okurların çoğunun bayan olduğunu görüyorum. Rumuz dediğimiz yola neden başvurur insan?

Rumuza başvuran okurların çoğunluğu romantik yazılar, şiirler yazıyorlar.

Okurlarımıza, yazmaya meraklı okurlarımıza rumuza başvurmamalarını öneririm.

Rumuza başvuruyorlarsa konularını değiştirmelerini öneririm.

Bunu yaparım, evet; gözüm kapalı konunuzu değiştirin derim.

Cesaretle ilgili bir durum söz konusu sanırım bu rumuz meselesinde.

Yazı yazmaya karar vermiş birisinin bir şeylerden çekinmemesi, korkmaması gerektiğine inanırım.

Ve hayatta terk edilmenin dışında da konular vardır; bunu hatırlatırım!

Erzurum’dan Sefa Bıyık bir çok şiir göndermiş bize. Şiirlerinde mısra kuruşu farklı Bıyık’ın. Fayrap dergisini takip etmesini öneririm Sefa Bıyık’a. Fayrap’ta kendisini bulacağını düşünüyorum.

”Sesler duyuyorum yukarıdan, cinler kaçıyor, kitap salınıyor kuyuya

Gördügüm karaltılardan anlıyorum ve tutuyorum kitaptan

Şehrin kervanı geçiyor su başından, bağırıyorum

Umuda köknarla sarılıyorum, güneşten ilk kan düşüyor

Basılıyor kervan; Kızılelma ölüyor, Semud can çekişiyor

Kurtarıyorlar cinlerden beni, esirler tanıyorum kirpiksiz yine korkuyorum

Altın dişli korsan acıyor halime, alıyor beni onların yanından

Su veriyor, hava veriyor, güneş veriyor

Kömürkalem çekiliyor dudaklarıma uyku çöküyor omuzlarıma

Şehrin kapısı nasıl kırılır diye bir ses duyuyorum

Uykulu söylüyorum, Bu şehre ilk ihanetim,

Son sözüm uyumadan önce

Ben farkında değilim bu şehirde kapı yok diyorum

Altın dişli korsan gülümsüyor altın düşüyor anıtlara Ve rüzgar fısıldıyor iyn’ler kaçmış

Dervazeler düşüyor…”

Uzun ve coşkulu söyleyiş her şiir yazanın becerebileceği bir iş değil. Sefa’nın şiirleri bu açıdan takdiri hak ediyor.

Merve Büşra Bozcu iki şiirini göndermiş. Şiirlerinden biraz daha okuması gerektiği sonucuna ulaştım. Mailindeki rahatlığını şiirine de yansıtırsa bu işi kotarır.

İsmini yazmıyorsan senden zor yazar olur!

Küçük bir noktayı daha hazır yeri gelmişken ifade edeyim. Biraz izafi bir şey olacak ama yine de yazayım: Bir yazar yazdığı metnin altına üstüne adını soyadını yazar mutlaka. Yazmıyorsa o arkadaşın yazar olması pek de kolay değil. Saçmalayınız dediğinizi duyar gibi oluyorum ama bu biraz böyle! Nasıl böyle? Şöyle: Yazar yazdığını sahiplenir, “Bu benim ürünüm!” der. Biraz övünmek gibi bir şeydir bu, biraz egoistçe bir tarafı var gibidir ama bunu yapar! Havasına girmiş mi olursunuz böyle yapmakla? Hayır, tam da havasına girmek değil belki ama size ait olduğunu belirtmek gerektiğini keşfetmişsinizdir yazınızın. Hele hele imzasız gazete haberlerinin, garip garip forward edilen imzasız maillerin döndüğü bir devirde imzanın şartlığını hissetmekten kendinizi alıkoyamazsınız. İmza derken kelimenin gerçek anlamında imzanızı atmanızı kastetmiyoruz, ismini yazmayı kastediyoruz.

Abdullah Doğan Fani mahlasıyla şiirler yazıyor. Kafiyeli şiir yazmayı tercih ediyor Abdullah kardeşimiz. Kafiye kaygısı bize seste ustalaşmayı getirir, getirmelidir! Getirmeme tehlikesi her zaman vardır. Kafiye olsun diye söz zorlanıyor, şiirden uzağa düşülüyor olabilir. Seste ustalaşmanın yolu da çok şiir bilmekten geçer. Çok şiir bileceksin ki kendi sesini bulasın! “Ben bunları yazdım ama acaba bunları böyle söyleyen başka şairler çıkmış mıdır” demek gerekiyor. Yazdığınızın size özgü, özgün olduğundan emin olabilmelisiniz. Bunu ayrıştıramayacaksanız şiir yolunda yürümemenizde fayda var.

Eleştirilmek aslında hoşa giden bir şeydir!

Ayşe Bahar neler yazmış bize neler… Böyle birçok şeyin farkında okurlarla karşılaşmak ne güzel! Neler demiş Ayşe Bahar, ve siz Ayşe’nin yaptıklarından hangilerini yapabilirsiniz, bakalım:

“Yazma,yazmak,yazarlar.. Peki ben neresindeyim bu kelimelerin bulunduğu cümlenin? Aynaya bakıp söyleyecek olursam; aslında yazma hususunda çok başarılı değilim, sadece yazmayı çok seviyorum. Herkes gibi belki, duygularımı; hüznümü, öfkemi, sıkıntımı, sevincimi özellikle mecaz yolla ya da devrik cümlelerle aktarmayı seviyorum. Kelime oyunları ile yazılmış yazılar, şiirler beni heyecanlandırıyor. Örnek vermek gerekirse –diğer değerli yazar/şairlerin affına sığınarak- M.Akif Ersoy’da ve İbrahim Tenekeci’de bu heyecanı yaşıyorum. Onlar gibi olmak kolay değil bunu da biliyorum. “Daha tanıman gereken ne kadar yazar ve şair var, dur bakalım” dediğinizi duyar gibiyim. İnşallah tanıyacağım.

Eleştirilmek kimsenin hoşuna gitmez belki ama yapıcı eleştiriye kimse hayır demez sanıyorum. Ben de yazılarımın eleştirilmesini istiyorum ama bazen eleştirilecek şekilde bile yazmadığımı düşünüp yazmayı gerçekten yazarlara bırakmak gerektiğine kanaat getiriyorum. Hatta yeni yeni paylaşıyorum yazdıklarımı arkadaşlarımla. Çünkü eksiğim çok fazla, biliyorum. -İyi olacağına inanmıyor da değilim- Bunun en büyük sebebinin okumamak olduğunu düşünüyorum belki bir çok kişi gibi. Yani okumanın bir şifa olduğunu unutmak, boşluğa dalmak.. Misal lise yıllarında herkes doğu, batı klasiklerini, büyük alimlere ait kitapları tabiri caizse susuz, ilaç niyetine alırken ben ders kitaplarından pek başımı kaldırmamışım. -Bu eksiği telafi etmeye çalışsam da son üç dört yılda, bazen yenildiğimi hissediyor, doğru yerden mi başladım acaba, dediğim oluyor.- Ama yazmaktan uzak kalmamışım o zamanlar.

Deneme yazmak da okumak da önemli!

O yıllarda edebiyat hocamızın deneme yazmaya teşvik etmesi üzerine defterlerimizin arkası o anki halet-i ruhiyemizi aktaran kısa ya da uzun, samimi, bazen komik, bazen öfkeli, bazen çok farklı duyguları barındıran yazılarla doluyordu ya da günlüklerimizde her ayrıntı vardı yaşadıklarımıza dair. Yıllar sonra lise yıllarında tutmaya başladığımız günlükler, şimdilerde nasıl içten güldürüyorsa ya da o yılları hatırlayıp şimdi hüzünlenebiliyorsak bunun ruhen olduğu kadar yazın alanındaki gelişimimizi görmemiz açısından çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Fakat, yazmaya belki istemeyerek ara vermek belki farklı alanlarla da ilgilenmek bu analizi sekteye uğratıyor. Çok farklı alanlarla iştigal etmek hep isteğimdi, o zamanlarda da az çok ilgileniyordum, şimdi de ilgileniyorum. Bu yüzden yazmayı/okumayı sevdiğim kadar müziği, renkler, desenler üzerinde çalışmayı yani grafik tasarımı, onunla az çok ilgili olan fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyorum. Ama hiç birinde çok iyi değilim maalesef.

İyilerle beraber olmayı diliyorum ve onların sözlerini dinleyeceğime söz veriyorum. : )

Aslında tek alanda çırak olup o alandaki ustaları takip edip en iyiye gitmeyi isterdim ama sanırım ben bu çoklu hali seviyorum. Tek bir alanla ilgilenmek bana göre değil mi nedir? Bu da ne olacağını bilememeye mi delalettir acaba?

Birçok okuyucunuza edebi dergileri takip etmeyi tavsiye ettiğinizi okuyunca edebi dergilere çok fazla yakın olmadığımı gördüm üzülerek. Ay Vakti dergisini okudum birkaç kere, kısa süre de Yolcu Dergisini.. Netten de birkaç dergiyi takip ettim ama dahası yok, karanlık.. Çok istesem de edebi bir dergiyi sürekli takip edemedim. Ama anladım ki; bir edebi dergiyi takip etmek şart. Ben de bu şartı kabul ederek bir edebi dergiye abone olacağım. Bunun yanında daha önce Değerli Ali Ural’ın Atatürk Kitaplığı’nda vermiş olduğu “Yazarlığın Sırları” derslerine bir kaç kez katılma fırsatı buldum. Çok faydalı derslerdi fakat daha sonraki sene iş hayatı sebebiyle katılamadım derslere.

Etrafınızdakiler yazdıklarını beğeniyorlar, inanma!

Etrafımızdaki insanlar, arkadaşlarımız yazılarımızı yüzeysel olarak değerlendiriyor ve gerçekten beğendiklerini dile getiriyorlar. -Bu beni memnun etse de bazen bu kadar iyi olmadığımı bildiğimi kendime hatırlatmak zorunda kalıyorum.- Açıkçası ben pek bunu istemiyorum. Eleştirilmek ile iyi bir yol kat edileceğini düşünüyorum. Belki biraz üzüleceğim ama olsun. Nerede olduğumu bilme açısından iyi. Bana “Vazgeç bu yazma sevdandan” deseniz de vazgeçmem! Sadece bunu biliyorum. Belki kabuğuma çekilirim ama yine yazarım. Çünkü dedim ya “ben yazmayı seviyorum.”

Yazmaktan vazgeçmeyesin Ayşe!

Yazma ile ilişkisini sürdürmek ve daha iyi bir seviyeye gelmesini isteyenler en azından onun kadar çaba göstermeli ve öncelikle kendine ait cümleler kurma konusunda rahat olmalılar.

İsmini vermek istemeyen kimi okurlarımızın yaptığı gibi bolca sembollerden yararlanma kolaylığına başvurmamalılar. Bir şablonu yazıp durmamalılar!

Konya’dan Hasan Kadir Tombul, Rahime Koyuncu, Ümmüye ve Ahmet Gür, Hatay’dan Hayal Banu, Kübra Ceylan kardeşlerimiz içtenlikli mektuplar yazmışlar. Arkadaşlarımıza özellikle deneme türünde eserler okumalarını, Türkiye Yazarlar Birliği Konya şubesinin cumartesi günleri düzenlenen etkinliklerine katılmalarını öneriyorum. Ebru Yücel ise öyküsünü göndermiş. İyi öykü yazmanın yolu biraz iyi öyküler okumaktan, iyi müzikler dinlemekten, iyi filmler seyretmekten, seçicilikten geçer.. Öykü eleştirileri okumakta fayda var. Cihan Aktaş’ı, Hece Öykü’yü, Yıldız Ramazanoğlu’nu, Rasim Özdenören’i, Mustafa Kutlu’yu, Kamil Yeşil’i, Abdullah Harmancı’yı, Ömer Faruk Dönmez’i, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nu takip etmeli. İsim çok ama bir yerden başlamalı!

Yaşadığın şehirde kim var bir bak!

Şunu mutlaka tavsiye ediyorum: Yaşadığınız şehirde yazı ile, okumak ile arası çok iyi olan kimler vardır, bunu mutlaka tesbit edip o kişilerle bağlantı kurmak gerekir. Tesbit ettiğiniz kişinin değerler dünyamıza ters olmamasında, Mehmed Akif- Büyük Doğu- Diriliş- Edebiyat- Mavera hattından habersiz olmamasında fayda var. Hele hele günümüzde yayınlanan Yediiklim- Dergah- Türk Edebiyatı- Hece- Fayrap- Karagöz gibi dergileri biliyor, takip ediyorsa siz hazine bulmuşsunuz demektir.


Asım Gültekin'ın Yazısı.