Bilâl-i Habeşî`yi Anlamak
Rümeysa Küçük
Çocukken, sahabelerin içinde Bilâl-i Habeşî`nin çok özel bir yeri vardı benim için. Fedakârlığı, imanındaki ısrarı, ezanı... Yıllar geçtikçe fark ettim ki, onu anlamak onun torunlarını tanımakla mümkün olacak. Yüce Rabbime sonsuz hamd-ü senâ olsun ki, onlarla tanışma fırsatı buldum.
Mescitte bir grup Afrikalı ve Türk talebe, muhabbet ediyorlar. Köşeye bir yere siniyorum. Türkçe-İngilizce karışık bir dil, hoş bir muhabbet... Nasıl oluyorsa bir anda havada uçuşan, Türkçe`ye çeviremedikleri bir soruya, gayri ihtiyârî cevap veriyorum. "Sen İngilizce biliyor musun?" cümlesiyle bir samimiyet hâsıl oluyor aramızda. "Yahu, bu insanların burada ne işi var?" diye düşünsem de sormaya çekiniyorum. O, kendini anlatıyor: "Biz Afrika`nın çeşitli ülkelerinden buraya ilim öğrenmeye geldik. İnşallah ülkemize dönünce tebliğ yapacağız." Onlarla biraz daha vakit geçirince anladım, bu işte ne kadar kararlı olduklarını. Dertleri, gâyeleri, işleri, edişleri, nefesleri bile tebliğ ve temsil dolu her zerresine kadar… Bir gün muhabbet ederken, soruyorum "Ne okumak istiyorsun?" diye. "Tıp." diyor. Kafamda, ülkemizdeki Tıp algısını irdelerken ben, "Çünkü" diye devam ediyor, "Afrika`da Müslüman bayan doktor çok az, hatta yok. Ümmetin hanımları, gayrimüslim hastanelerinde çok kötü şartlarda tedavi ediliyor, kötü muameleye mâruz kalıyor. İşte ben bunun için Tıp okumak istiyorum." Hayatımda çok nadir yaşarım böyle anları; hücrelerim gerilmiş, büzülmüş ve bir olup beni secdeye itmişti sanki... O zaman kendimi, çevremi, arkadaşlarımı çok sorguladım. Ganalı kardeşim, bana düşüncesiyle hep göz ardı ettiğim bir kaç noktayı hatırlatmıştı. Kendini, yaratılış gâyeni, emr-i bi’l ma’rûf nehy-i anil münkeri bir kez daha anlamak... Ama nasıl?
Sahip olduğumuz imkânları, hayâllerinizi, ideallerinizi, sevdiklerinizi, aklınıza gelen her şeyi unutup, kendinizi Bilâl-i Habeşî`nin taşın altındaki halini tasvir eden bir portrenin, bir film karesinin ya da bir tiyatro sahnesinin içinde hayâl edin. Ânı durdurun, taşı kaldırın, altına siz girin. Şimdi kendinize sorun, "Falanca mesleği Rabbimin rızası, ümmetin faydası için mi istiyorum yoksa apartmandaki komşularla konuşurken annemin göğsü kabarsın, insanlar beni görünce önümde saygı duruşuna geçsin, bana hürmet etsin, cebime milyonlar girsin” diye mi... ? Eğer, sırtınızdaki taşın ağırlığını ve altınızdaki kumun kızgınlığını hissediyorsanız, Bilâl`in `Ehâd!` dediği samimiyetle "Allah rızası, ümmetin felâhı" oluyorsa cevabınız, başınızı doğrultun; sizi Ümeyye bin Halef`ten kurtarmaya gelen Ebu Bekir`i göreceksiniz... Cevabınız bundan gayrıysa, kalın o taşın altında, yok olun, kum olun, karışın çöle. Zira dünya saadetini ahiret saadetine tercih ettiniz.
İşte bu nefis muhasebesini bana yaptıran, beni o taşın altına koyan ve düşünmemi sağlayan o kardeşimdi. Burası, bir `imtihan dershanesi`, ne ile karşılaşacağımız belli değil. Tam da bu yüzden, önemli olan şey, her koşulda niyetimizi sağlam tutabilmek… Zira o kardeşim, bir yıl kadar ülkesinden ayrı kaldıktan sonra, ailesine kavuşmanın sevinciyle uçağına bindi ve gitti. Gitti ama birkaç ay sonra babası vefat etti. Annesi, kardeşleri farklı ülkelere diğer akrabalarının yanına göç etti. O, hâlâ Gana`da, yılmadan okuluna devam ediyor. Bu güç nereden geliyor? Samimi niyetten muhakkak. Bu samimiyeti sayesinde, Rabbim ona yolları açtı. Tesettüründen ödün vermeden okuyabiliyor. Birçok hayırsever yardımıyla rızkı gelip onu buluyor. Dua, onun emniyet kemeri. Rotadan sapmamak, muvazeneyi kaybetmemek için duaya sımsıkı sarılıyor. Hadi, ne duruyorsunuz, "Niyet ettim Allah rızası için Bilâl-i Habeşî`yi anlamaya..."
GENÇ'ın Yazısı.