Bazen bir şeyler anlatalım diye gittiğimiz yerlere aslında birşeyleri duymak için götürüldüğümüzü farkediyorum. O zaman yaptığımız seyahatlerin aslında içimize, ukdelerimize doğru olduğuna dair tespit geliyor aklıma. Geçenlerde bir seyahatimizde yine GENÇ’i anlattık durduk. Ne kadar faydalı oldu bilemem ama gayretli ve dertli bir ağabeyin şu ifadelerini duyunca o seyahatten asıl faydanın ne olduğu konusunda zihnim netlik kazandı: “Yanıma gelip de problemini anlatan herhangi bir öğrenciyi ya da genci dinlerken şunu düşünüyorum: ‘Acaba dünyanın ümitle beklediği, insanlığı kurtaracak genç bu mudur?’ Bunu düşünüyor ve böyle birisine nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davranmaya çalışıyorum.”

Ufku görebiliyor musunuz? Herhangi bir gençte zamanın Fatih’ini görmek/aramak... Ne büyük himmettir bu! İhtiyacımız bundan başka nedir ki? Böyle bir “nazar”ı çoktandır yitirdik, herhalde. Nazarımızın recası kalmadı. Ümitsiz bakar olduk. Ümitsiz baktığımız dirilmedi, ihya olmadı; mahkum oldu, öldü.

Hizmet için gönderildiği beldede yalnız kaldığından şikayetle geri dönmek isteyen öğrencisine, hocasının yazdığı mektup bana hep bu bahisle ilişkili gelir: “Muhtaç olduğun adamı doğuracaksın.” Öğrenci, bunu okuyup dışarı çıktıktan sonrasını şöyle anlatıyor: “Birisini gördüm, ben onu görür görmez, o da beni gördü.” Ben burada hep şunu düşünürüm: Öğrenci göreceği şahsı daha evvel neden görmemişti acaba? Muhtemelen “görmek” zamanı henüz gelmediğinden... Hocasının mektubu zamanın geldiğine işaretti, çünkü o söz öğrencinin kalbine bir dert tohumu ekmişti. Artık öğrenci o dertle çıkıp da nazar ettiğinde kimi bulsa “görecek” kıvamdaydı. Demek ki kalbe önce bir dert tohumu ekmek/ektirmek gerekiyor. Sonra da bu dertle etrafa nazar etmek... Aynen yukarıdaki ağabeyin dediği gibi... Kalbinizde Fatihlerin derdiyle etrafınıza nazar edebiliyor musunuz? Bakışınızı dertlendirebiliyor musunuz yani? Eğer cevabınız olumlu ise muhtaç olduğumuz adamlar birer birer gelecek; buna hiç kimsenin şüphesi olmasın.

***

Şükür, mayıs ayımız dolu dolu geçti. Ay başında Simav`da üç gün süren GENÇ Gönüllüler kampından sonra Ankara`da Asım Gültekin`le beraber "21. Yüzyılda Gençlik" konulu bir konferans verdik. Hemen o gün Sakarya GENÇ Şöleni`ne geçtik. Sonra üç günlük Bosna seyahati geldi. Yazarlarımız Alican Tatlı ve Nedim Kaya ile çıktığımız bu seyahatta Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’nde üniversiteli arkadaşlarla gençlik ve GENÇ Dergisi üzerine değerlendirmeler yaptık. Akabinde Şanlıurfa, Adıyaman ve Malatya’ya gittik. Hep söylüyoruz: Biz daha çok abone bulalım, daha çok insana sesimizi duyuralım, daha çok bilinelim için değil, vazifemizi yapmış olmak için uğraşıp duruyoruz. Kabiliyetlerimizin zekatının ne kadar olduğunu bilmiyoruz, üzerimizdeki nimetlerin hakkını ödememize de imkan yok. Elimizde fazla seçenek yok; ânımızı değerlendirip, anılacak işler yapabilecek bir gayreti kuşanmalıyız. Koşabildiğimiz, uğraşabildiğimiz, yetişebildiğimiz, en önemlisi de idrak edebildiğimiz ölçüde sorumluyuz.

***

Bu sayımızda bir anket var. Lutfedip katılırsanız bizi çok sevindireceksiniz. 20 ay boyunca dertleştiğimiz siz okuyucularımızın bizlerden ne tür beklentileriniz olduğunu öğrenmek istiyoruz. İşimizi daha iyi yapmak için değişen ihtiyaçları tespit ve ona göre kendimizi yenilememiz gerekiyor. Cevaplarınızı 10 temmuz 2008 tarihine kadar gönderebilirsiniz.

Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle Allah’a emanet olunuz.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.