Cennete Girene Kadar Hidâyete Muhtacız!
Îmânla şereflenmek bir hidâyet. Sırat-ı müstakîm üzere yürümek ayrı bir hidâyet. Kulluk kalitesinde yükselinen her bir kademe yeni bir hidâyet. Îmân üzere ölmek, şu âlemde îmânlı yüreklerin korku ve ümitle bekledikleri bir başka hidâyet. Mahşerde elinden tutulmak, sıratın geçilmesi, ve nihâyet cehennemden kurtulup cennete adım atmak belki en büyük hidâyet.
nsan, her an değişme potansiyelini bünyesinde barındıran farklı bir varlık. Allah Resûlünün ifâdesiyle sabah mü’min akşam kâfir, ya da akşam kâfir sabah mü’min olabilecek bir özelliğe sahip. Cennete girmeye bir adım kala cehenneme yuvarlanabilir ve yine cehenneme girmeye bir adım kala cennet ehlinden olabilir. Bu hâliyle o, pozitif ve negatif kutuplar arasında sürekli gelgitler yaşar. Yûnus Emre’nin şu dizeleri onun bu özelliğini en güzel bir şekilde tasvir eder:
Hak bir gönül virdi bana, hâ demeden hayrân olur Bir dem gelür şâdî 1 olur, bir dem gelür giryân2 olur Bir dem sanasın kış gibi, şol zemherî olmuş gibi Bir dem beşâretten toğar, hoş bâğıla bustân olur Bir dem cehâletde kalır hiç nesneyi bilmez olur Bir dem dalar hikmetlere Câlînus u Lokmân olur Bir dem gelir Îsâ gibi Ölmüşleri diri kılar Bir dem girer kibr evine Fir’avn ile Hâmân olur
Her an değişme riski taşıyan böyle bir gönle sahip olan insanın, Allah’ın yardımı olmaksızın hidâyet üzerinde sebat etmesinin imkânsızlığını bilen Allah Resûlü de, nefsini bir an için bile olsa kendi hâline bırakmamasını Yüce Allah’tan isteyerek ilâhî yardıma (tevfîk) olan ihtiyacını ortaya koymuş ve sık sık “Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzere sebat ettir”3 duasını tekrarlamıştır.
“Hidâyet” kelimesi “İstenilen hedefe şefkat ve nezaketle rehberlikte bulunmak” anlamına gelir. Bu rehberlik şu üç şekilden birini ya da hepsini ifâde eder.
1. Hedefe ulaştıracak yolu sadece göstermek. Buna irşâd denir.
2. Hedefe ulaştıracak yola kadar götürmek.
3. Nihâyet hedefe varıncaya kadar birinin elinden tutup maksadına eriştirmek. Hidâyetin bu son iki kısmına aynı zamanda “tevfîk” adı verilir4. Hidâyetin ilk çeşidi Allah’tan başkalarına da nispet edilebilirken, ikinci ve üçüncü çeşidi yalnız Allah’a aittir.
Peygamberlerin ve ilâhî kitapların hidâyeti, birinci kısımda açıklanan bir hidâyet çeşididir. Yani hakikati beyan etmekten daha öte bir hidâyeti gerçekleştirme şansı, Allah’tan başka hiçbir varlığa verilmemiştir. Bu itibarla hidâyet, genel anlamda dâimâ Allah’tan istenen husûsi bir nimettir.
Kur’an’a göre hidâyet, imandan önce imanı gerçekleştirici meyil ve sebepleri yaratması cihetiyle Allah’a nispet edildiği gibi5, imandan sonra da onda sebatı6 ve hatta Müslüman olarak son nefesi verip cennete girinceye kadar devamı için de Allah’a izâfe edilen ve O’ndan istenmesi gereken yüce bir nimettir.
Cennete girme bahtiyarlığına eren mü’minlerin, cennete girince söyledikleri şu ifâdeler, hidâyete ihtiyâcın sürekliliğini beyan etmesi bakımından ince ve derin mesajlar ihtivâ etmektedir:
(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: “Buraya erişinceye kadar bize yol gösterip elimizden tutan (hidâyet eden) Allah’a hamdolsun! Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler…” (el-A’râf, 43)
Evet îmânla şereflenmek bir hidâyet.Sırat-ı müstakîm üzere yürümek ayrı bir hidâyet. Kulluk kalitesinde yükselinen her bir kademe yeni bir hidâyet. Îmân üzere ölmek, şu âlemde îmânlı yüreklerin korku ve ümitle bekledikleri bir başka hidâyet. Mahşerde elinden tutulmak, sıratın geçilmesi, ve nihâyet cehennemden kurtulup cennete adım atmak belki en büyük hidâyet.
Bu âyetin işâret ettiği bir diğer mânâ şudur ki, insan cennete girmediği sürece kendini emniyette hissedemez. Gerçek başarı ve kurtuluş da ancak böyle bir sonuca kavuşmakla elde edilir. Âyet-i kerimede bu hakikat şöyle ifâde edilir:
“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehen nemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa,gerçekten kurtuluşa eren kimse odur. Esasen dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185)
Müminlerin her namazda okumaları gereken “Fatiha sûresi”nde, “Bizi dosdoğru yola, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet (hidâyet et)!”(el-Fâtihâ, 6) duasının bulunması da “tevfîkî hidâyet”e olan ihtiyaca işaret etmektedir. Bu durum, bir anlamda hidâyet ihtiyacının daimî oluşunun da beyânı gibidir.
İbâdet, taat ve salih amellere koşmamız,hakikatte bu ilâhî hidâyet nimetine mazhar olmak içindir. Nitekim şu âyet-i kerime insanın böyle bir gayrete soyunmasının hidâyetlere vesile olacağını açıkça bildirmektedir:
“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenleri elbette muvaffakiyet yollarımıza hidâyet ederiz. Muhakkak ki Allah iyi ve güzel davrananlarla beraberdir.” (el-Ankebût, 69)
Bu anlamda amel, hidâyeti yaratan değil,ona vesile olan bir anahtar gibidir. Nitekim Allah Resûlü de şöyle buyurur:
- “Hiç kimseyi ameli cennete sokamaz”.Sahabeler:
- Seni de mi ey Allah’ın Rasulü? diye sordular.Rasulullah :
‘Evet, beni de. Ben de ancak Rabbimin rahmeti ile beni kuşatması sayesinde cennete girebilirim’ buyurdu.” (Ebu davud 1:Tirmizi 19 Mukaddime 17)
Netice olarak hakikati bilmek, ona ulaşmak için yeterli değildir. Hakikati hayat haline getirmek ve nihâyet hedefe erişmek, daha husûsi hidâyetlere ihtiyacı ortaya koyar. Öyleyse Rabbimizden niyaz etmemiz gereken hidâyet, hem hakikatin beyanı, hem onun yaşanması ve hem de onunla hedeflenen sonuca kadar selâmetle erişilmesidir. Bu anlamda hidâyet talebi, daimî bir dua halinde yüreğimizin derinliklerinde tazarru ve niyaz duyguları içinde tekrar edip durmalıdır. Bu niyaz hem dilde, hem gönülde ve hem de amelde olmak durumundadır.
Rabbim bizi sırat-ı müstakîmde daim kıl ve cennet ve cemâline erişinceye kadar da bizi bize bırakma! (Âmin)
1- Sevinçli
2- Ağlayan
3- Tirmizî, Kader, 7, Deavât, 89, 124
4- bk. Elmalılı, Hak Dini, I, 119
5- el-Hucurât 49/7
6- el-Fâtiha 1/6; Âl-i İmrân 3/8
Adem Ergül 'ın Yazısı.