Genç Dergi binamız Üsküdar’da bulunuyor. Üsküdar, gerek tarihi yapıları gerek bulunduğu konum itibariyle içime huzur dolduran bir yer. Bu bağlamda derginin Üsküdar’da bulunuyor olması benim için büyük bir nimet…

Bir gün Genç Dergi binasından eve gitmek üzere belediye binasının önündeki parktan geçiyordum. Yüzümde iş yorgunluğunu gizleyen bir tebessüm vardı. Çünkü ben, sevdiği şehirde, sevdiğim "Üsküdar"daydım. Yoluma devam ederken, yanıma genç bir bayan ilişti. Tereddüt ederek ona baktım. Şöyle dedi, “Allah rızası için… Lütfen bir ekmek parası”

Böyle olaylar maalesef bazı insanların suiistimali nedeniyle hayatımızda çok basit bir mesele gibi görünüyor. Çoğu zaman da, dilenen insanları samimi bulmayıp, onları rencide edici tavırlar takınıyoruz. Maddi olarak hiçbir çıkar kapısı olmayan ve hastalıklı, sakat kalmış insanları aşağılayarak, onları toplumdan bir parça daha uzaklaştırıyoruz.

Bununla beraber dilenmek, bizim insani değerlerden ve toplumun maddi durumunu ne kadar göz ardı etmişliğimizin de bir göstergesi. Buna neden olan en büyük etken ise, az öncede belirttiğim gibi "insana muhtaç olabilmeyi" normalleştiren kişilerin, suistimal edici tavırlarıdır. Ve maalesef bu kişiler yüzünden insanımız, gerçekten yardıma ihtiyacı olanları ayırt edemiyor...

Tabii benim bunları zikretmemim asıl sebebi, geçenlerde bir kitapta okuduğum ve dilenciyle yaşadığım diyalog esnasında aklıma gelen, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) ile alakalı bir hadise…

Dilenenlerin ne denli samimi olduğunu anlayabilmemiz ve onların bizden istediği yardıma nasıl cevap verebileceğimiz hususlarında bize ışık tutabilecek bu hadiseyi sizlere aktarıyorum…

Bir gün Peygamber Efendimiz ’in (sav) yanına fakir biri gelip yiyecek bir şeyler istedi. Allah Resulü (sav) ona:

“Senin evinde hiç eşya yok mu?” diye sordu.O zat:

“Bir kısmını üzerimize örtüp bir kısmını yere serdiğimiz bir çulumuz var. Bir de su kabımız” dedi.

Resul-i Ekrem(sav):

“Onları bana getir!” buyurdu.

Peygamber Efendimiz onları eline aldı ve etrafındakilere:

“Bunları kim satın almak ister?” diye sordu.

Sahâbîlerden biri, onlara bir dirhem vereceğini söyledi. Resulullah (sav)

“Artıran yok mu?" diye birkaç defa seslendi ve iki dirhem veren sahâbîye onları sattı. Parayı fakir sahâbîye uzatarak:

“Bunun dirhemiyle ailene yiyecek al. Kalan parayla da bir balta satın alıp bana getir!” buyurdu.

Efendimiz, baltaya kendi elleriyle bir sap takıp:

“Haydi, şimdi git; bununla odun kes ve sat! On beş gün çalış; ondan sonra yanıma gel!” buyurdu.

Bu sahâbî, on beş gün sonra Efendimiz’in yanına geldi. On dirhem kazanmış, bu parayla kendine ve ailesine elbise ve yiyecek almıştı. Resulullah (sav) buna çok sevindi ve şunları söyledi:

“Dilencilik, kıyamet günü yüzünde bir leke görüneceğine, bu senin için daha hayırlı değil mi?” (Ebu Davud, Zekat, 26/1641; İbn-i Mace, Ticârât, 25)

Allah-u Teâlâ, hiç şüphesiz ki kullarının kalbinde olanları bilir… Ve her ne olursa olsun, Peygamber metoduyla yaklaşılan meseleler, mutlak çözüme dayalı olur. Bu yüzden de insanları “yalancı, sahtekâr, dini kullanan” gibi yargılamalara tabii tutup, onları zaten uzak oldukları İslamî değer anlayışından tamamen uzaklaştırmamak için, bu tip olayları Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in ilahi bakış açısıyla yorumlamaya gayret etmeliyiz.


Huzeyfe Kıvrak'ın Yazısı.