Rasulullah, kavminin temsilcileri ile birlikte onu kabilesine geri gönderirken kendilerine bir vazife tarif etti. Ellerine bir kap okunmuş su verdi ve şöyle buyurdu: “Beni Süheym’e bunu götürün de okunmuş bu suyu mescidlerine serpsinler. Söyleyin, başlarını dik tutsunlar. Çünkü Müslüman oldukları için Allah onların başlarını dimdik yapmıştır.”

Allah’ın, “Peygamberle beraber olanlar” diyerek, kıymetlerini, En Güzel İnsan ile maddi ve manevi birlikteliğe bağladığı, kıyamete kadar hepimize örnek olacak şahıslardan birisi de Ek’as bin Seleme’dir. Sahabe ile ilgili eserlerin en detaylılarından olan İsabe’de bu mümtaz sahabi hakkında şöyle kısa bir kayıt bulunuyor:

Beni Süheym kabilesindendi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ziyarete, bu kabilenin temsilcileri arasında geldi. “İslam ol” davetine icabet etti ve hayatı boyunca da İslam’ı güzel yaşamaya gayret etti. Rasulullah, kavminin temsilcileri ile birlikte onu kabilesine geri gönderirken kendilerine bir vazife tarif etti. Ellerine bir kap okunmuş su verdi ve şöyle buyurdu: “Beni Süheym’e bunu götürün de okunmuş bu suyu mescidlerine serpsinler. Söyleyin, başlarını dik tutsunlar. Çünkü Müslüman oldukları için Allah onların başlarını dimdik yapmıştır.”

Hadiseyi bize aktaranlar Ek’as’ın elinde bir matara ile Beni Süheym’in mescidine geldiğini, mataradaki suyu mescide serptiğini ilave ediyorlar. Hadisenin şu ilavesi de var: “Beni Süheym’den hiç kimse yalancı peygamber Müseylime’ye tabi olmamış, yine bu kabileden tek bir kişi bile Harici olmamıştır.” Ek’as bin Seleme ve yanındakilerin Rasulullah’la bir daha görüşüp görüşmediklerini bilmiyoruz. Bize aktarılan, Ek’as’ın elinde matara ile Beni Süheym kabilesinin Kurra adlı mescidine gelip suyu mescidin her tarafına serptiğidir.

Ek’as, En Güzel İnsan’ın kendisine verdiği söz vazifesini de yerine getirmiştir. Kabilesi de buna aşkla uymuş ki sonraları başlarını dik tutmakla maruf olmuştur. Allah ve Rasulü’ne tabi olmanın verdiği izzet ile Beni Süheymliler ne yalancılara tabi olmuş, ne de ana yolun dışına çıkmışlar, sahip olduklarının kıymetini bilerek, onun kıymeti ile kıymetlenerek yaşamışlardır. Başka bir şey bilmemize gerek var mı? Ek’as’ın Allah Rasulü ile yaptığı tek görüşme, o görüşmede kendisine verilen hayati vazife ve söylenen o muhteşem söz nasıl kendisine ve bütün kabilesine yetti ise bize de yetmeli bunlar…

Başka bir şey bilmemize muhtemelen gerek yok. Bilmemiz ya da anlamamız gereken o sözün nasıl bir diriltici söz olduğudur. Başı dimdik tutmak…

Başı dimdik tutmak, başlarımızın yerde olduğu bugünlerde bizi tekrar diriltecek bir sözdür. Bu söz, adam olana bir ömür boyu yetecek kadar hacimli, cüsseli ve okkalı bir sözdür. Bu söz, zilletin, aşağılanmanın ve ezikliğin kaderimiz gibi takdim edildiği bir zamanda üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir sözdür.

Anladığımızı yazalım mı?

- Müslüman olmak başı dimdik olmak demektir.

- Müslüman yaşamak başı dimdik yaşamak demektir.

Beni Süheymliler, başlarını dik tutmakla emrolunmuşlardır. Allah Rasulü onları memleketlerine, bir kaba okuduğu su ile göndermiş ve o suyu mescidlerine serpmelerini istemiştir. Mescid, başı dik tutmak için baş eğilen bir yerdir. Okunmuş suyun bereketi ile o mescidin neyi bereketlenmiştir ki acaba? Mescid zaten bereketli bir yer değil midir? O su ile sulanmış bir mescidin bereketi şuradadır ki mescidlerine her noktasına Peygamber dualı bir suyun isabet ettiğinin farkında olarak baş eğenler, başlarını sürekli dik tutacak bir idrakle sulanmışlardır. O mescitte birlikte eğilen başlar, o birlik ve beraberlik ruhu ile kendilerini dimdik tutacak bir şuuru beslemişlerdir. Bu anlamda mescid, izzet ruhunun kaynağıdır. Mescitlerini dimdik olma duası ile sulayanlar, orada geçirdikleri vakitlerle başlarını dimdik tutacak bir sürekliliğin bereketini edinmişlerdir. Mescid, Allah’ın anıldığı ve cemaat olma duygusunun hissedildiği bir yerdir. Başı dimdik tutmak, Allah’ı anmaktan gafil olanların ve birlikte olmanın, beraber hareket etmenin önemini idrak edemeyenlerin muvaffak olabileceği bir hal değildir. Onlar başlarının dik olduğunu da düşünseler bir müddet sonra bu özelliklerini yitireceklerdir, çünkü başı dik olmak, başı dik tutmakla mukayyet bir tavırdır.

Beni Süheymlilerin Müslüman oluşları başlarını dimdik yapmıştır. Ama dikkat buyrulsun: Başı dimdik olmak ayrı, başı dimdik tutmak ayrıdır. Müslümanın, bizatihi İslam oluşu başı dimdik yapmak için yeterlidir. Ama bunu idrak ya da bunun ayırdına varmak, işte bu ayrı bir keyfiyettir. Müslüman olduğu için başının dimdik olduğunu bilen, başı dimdik tutmak için mücadele etmesi gerektiğini de bilmelidir. Başımızın dimdik olması Allah’ın bize bahşettiği bir nimettir. Bu, Müslümanlığımızın gereğidir. O yüzden biz başımızı eğdirmeyiz. Başımızı eğdirmememiz, bizim başımızı dik yapan Rabbimize karşı bir borcumuzdur.

İslam en büyük nimettir. Onun yücelttiği başa, kimse daha büyük bir pâye lutfedecek değildir. İslam izzettir. O, başka bir yerde değil; Allah’ın, Rasulü’nün ve inananların yanındadır. İzzeti başka yerde arayanlar, başlarının niye dimdik olduğunu bilmeyenlerdir. Başı dik tutmaya azimli olmak, izzetin sahibinin kim olduğunu hiçbir zaman unutmamak demektir. Rasulullah Efendimizin Müslümanlıkları dolayısıyla Allah’ın başlarını dimdik yaptığını müjdelediği kimselere ayrıca “başlarını dik tutsunlar” şeklinde bir emir vermesi bu anlamda izzetli olmanın bir paye ve fakat izzetli yaşamanın bir gayret olduğunu gösterir.

Allah bizi izzetli yapmakla lütufta bulunmuştur. Bu izzetin şükrü, kendi nevinden olmalıdır. Başı dik olmanın şükrü başı dik tutmaktır. Onun da yolu istiğnadadır. İstiğna sadece Allah’a muhtaç olduğunu bilmektir. Derdinin dermanını fanilerde arayanı Allah fanilerle baş başa bırakır. İhtiyacını kendisi gibi muhtaçlara arz eden, herkese muhtaç olur. Başı dik olmak, ihtiyacını sadece Allah’a arz edecek bir Yakup tavrına bürünmektir. Şikâyetini sadece Allah’ın bildiği kullar, diğer kulların karşısında eğilmezler. Onlar, izzetin müşahhas tablolarıdır. Zilleti gerektiren söz, davranış ve hallerden sakınan bu kullar, başlarını dimdik yapmış inançlarının şerefini her hal ve zamanda muhafaza ederler. O yüzden sürekli başları dimdik tutacak bir duruşa sahiptir onlar... Kılık kıyafetlerinden, söz ve vakarlarına, duruşlarından tavırlarına kadar her şey izzet kelimesi ile telif edilecek bir kalite ve kıvamdadır. Başı dimdik olanlar, Allah’a çağıran, güzel işler işleyen ve “ben Müslümanlardanım” diyerek nerede durduğunu ve kime, niye taraf olduğunu ilan edenlerdir.

Allah bizi Müslüman kılmakla başımızı dimdik yaptı. Şimdi bize düşen başımızı eğmemek, İslamlığımızın kıymetini bilmek, izzetin kimin ve neyin tarafında olduğunu müdrik olarak dimdik durmaktır.

Başlarımızı dik tutuyoruz, çünkü Müslüman olmakla Allah başlarımızı zaten dimdik yapmıştır.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.