İnekler ve Oksijen Tüpü
Videodaki çocuğun masumca etrafına bakışı şu an olmuş gözlerimin önünden gitmiyor. Burnum şu an sızlıyor mesela. Klavyedeki harfler buğulu şu na. Bak a ile n karıştı bile. Yakında b harfi basmayabilir. B harfi klavyede burnuma denk gelen harf. İnsan ağlayınca burnu da mütemadiyen akıyor.
Ellerimle tuttuğum gözlerimle gördüğüm tek şey kirlilik. Kirli bir fanusta kendisinden başkasının varlığından habersiz balık gibiyim. Bir avuç kirli su var ve dünyanın tek gerçeğinin bu olduğunu sanmak normal. İnsanın kendisinin dışına atlaması, kirli fanusun dışındaki dünyayı tanıması için kocaman bir oksijen tüpü lazım. Sudan sıçradığımda beni suya geri çekmeyecek, ama daha ileriye ilerlemem için kocaman olacak. Bu yüzden bana hem büyük hem küçük, hem dolu hem boş tüpler lazım… Böyle fizik kurallarına aykırı…
Yine bir video izledim. Nefret ediyorum kendimden ama yine bir video izledim dün. Tıkladım ve dünyanın kaç bucak olduğunu anladım. Bazı videolar insanın gözüne kaçmış saman çöpü gibi. Günlerce onunla geziyor ve durmadan ağlıyorsunuz. Aslında öyle her paylaşılan videoyu tıklayıp izlemem ben. Sosyal paylaşım alanlarında kendime göre prensiplerim ve kurallarım var. Ama bazen küçük bir merak dürtüsü, ‘ne olabilir ki alaycılığı’ ile birleşip parmağınızı başıboş bırakabiliyor. Tuttum açtım videoyu.
Kadınlı erkekli bir grup Çinli ve ortalarında Müslüman bir Uygur çocuğu. Çocuğun kimliğini vurguladığım için özür dilerim. Ortalarındaki varlığın zaten bir çocuk olması yeterli. Detayları anlatmama gerek yok. Dünyada bir saksı olarak yer almıyorsanız o coğrafyayı ve sorunlarını az buçuk biliyorsunuzdur. Videoyu birkaç saniye izledim ve kapattım. Evin içinde bir müddet ne yana gideceğimi şaşırdım. Gözlerimden fışkıran yaşları kolumla silip gidip kendimi yatağa attım. Yatağa yüzü koyun yatıp ağlamayı başka bir videodan izlemiş olabilirim. Kendimi beyaz çarşaflı o serin yatağın kollarına bıraktım. Beyaz çarşaflı derken ne kadar titiz bir hanım olduğumu vurgulamak istemiyorum. Beyaz çarşafın beyaz bir mendile dönüşmüş olmasını anlatmaya çalışıyorum. Kağıt çarşaflar da üretilir belki bir gün. Belki ben de alırım. O videoya ağlamış olmam tüketim ağının kollarında kıvranmadığım anlamına gelmez çünkü. Kağıt yatak, kağıt örtü, tek kullanımlık kağıt çarşaf. Tek kullanımlık vicdan. Tek videoluk merhamet. Tek bölümlük insaniyet.
Videodaki çocuğun masumca etrafına bakışı şu an olmuş gözlerimin önünden gitmiyor. Burnum şu an sızlıyor mesela. Klavyedeki harfler buğulu şu na. Bak a ile n karıştı bile. Yakında b harfi basmayabilir. B harfi klavyede burnuma denk gelen harf. İnsan ağlayınca burnu da mütemadiyen akıyor. Allah’tan bilgisayarım Çin malı değil. Yoksa Çin malı bilgisayar kullanırken Çin zulmüne ağlamak gibi garip bir durum ortaya çıkabilirdi. Allah’tan bilgisayarım Kaliforniya’nın silikon vadilerinde eğitim düzeyi yüksek, Kyto anlaşmasının imzalanmasını falan destekleyen o modern Kaliforniyalılar tarafından yapılmış. Yine de bu Q klavyeye ağlamak gerçeğini değiştirmiyor. Milli değerlerine bağlı biri olarak F klavyem neden yok benim. Allah’ım hangi harfe dokunsam ben değilim!
Sonra yataktan kalktım. Hâlâ içimde sönmeyen bir ocak vardı. Ben ki en ağır işkence sahnelerine mâruz kalmışım, en kötü şarkılara paylaşanın bir bildiği vardır saflığıyla mâruz kalmışım. Ben ki en kötü esprilere, en aptal şakalara, en dehşet veren savaş fotoğraflarına, ben ki mâruz kalmaya maruz kalmışım. Ama bu kez o çocuk çok masum ağlıyordu. Sokak ortasındaydı ve kadınlar da izliyordu. Orda o kadınların yerinde olsaydım tanrının bana verdiği içgüdüye dayanarak ve vicdanın duvağını kaldırarak o çocuğun acıtılan ellerini öperdim. Öper miydim? Öperdim. Niye öpmeyeyim. Acıtılan ellerine inanamayarak bakan bir çocuğa sarılmak onu oradan alıp kaçmak ve dünyayı ardında bırakmak. Bunu da yapabilirdim. Uzakdoğu sporlarına vâkıf olsam başka şeyler de yapabilirdim. O çocuk merhametten niye bu kadar uzağa düştü. Bunu sormak için çok mu geç. Eğer bu çok geç ise biz geç kalmış müminler olarak merhameti bulup çıkaralım neremizdeyse.
Bir örnek vermek istiyorum izninizle konunun biraz dışına çıkacağım ama. “Neremizdeyse” dedikten sonra hatamı anladım ve kibarlaştım farkındaysanız. Süt üretmek için fabrikalarda tutulan ve yeterli ışığa sahip olmayan ineklerin, yapay döllenme yöntemleriyle yani tecavüzle her dönem süt üretmesi sağlanarak, ve doğan yavruların annelerinden erken alınarak normal yaşam sürelerinin bu stresli ortam yüzünden kısalması sonucu boğazlarının kesilmesi vicdana sığar mı?
Bilmiyorum sığmaz herhâlde. Bir insanın vicdanı ahret günü kadar geniş olmalı. İneğin de çocuğun da sığdığı bir vicdanımız olsun demiyorum. Bu herkeste var. Bu kabiliyet var. Ama ineği de çocuğu da merhamet ile çekip çevirecek kabiliyet kimde var. Ben de var mı? Hem vicdan hem merhamet var mı? Durum tespiti yaptıktan sonra olay mahalline intikal ettirecek tek şeydir merhamet. O ben de var mı? Süt alma. Olur, sağ ol.
İnek süt kuzu derken o kuzunun ağlayışı yine geldi aklıma… Dündü. Yataktan kalktım ve lavaboya yürüdüm. Aynaya baktım. Gözlerimdeki yaşlar yüzünden aynadaki yüzümü bulanık gördüm. Yüzümü aradım ellerimle. Kalbimi aradım yüzümde. Yüzümde oksijen tüpü gördüm. Oksijen tüpünde kalbimi gördüm. Hem dolu hem boş, hem büyük hem küçük… Böyle metafizik kurallarına aykırı.
Ayşegül Genç'ın Yazısı.