El Ele Gönül Gönüle En Güzele
İslâm öyle bir toplum inşa etme hedefindedir ki, o toplumun fertleri biri diğerinden mes’uldür. Biri diğerinin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Herkes kendi derdinde değil, aynı zamanda başkalarının da derdine devâ olma gayretindedir.
Bütün âlemlerin Rabbi olma sıfatıyla, tüm varlığı kademe kademe terbiye ederek kemâl noktasına eriştiren Yüce Rabbimiz, bu süreci yönetirken varlıklar arasında birini diğerine vesile ede ede bir terbiye gerçekleştirmektedir. Cansız gibi görünen varlıklardan tutun da bitkilere, hayvanlara, meleklere ve hatta galaksilere kadar her bir varlığın diğeri üzerinde bir terbiye tesiri söz konusudur. Hangisinin, nasıl bir tesir oluşturduğu ise ancak Rabbimizin bilebileceği bir husustur. Biz bu yazıda mü’minlerin birbirlerini terbiye etme, geliştirme ve kemâle erdirme noktasında sorumluluklarına dikkat çekeceğiz.
İslâm öyle bir toplum inşa etme hedefindedir ki, o toplumun fertleri biri diğerinden mes’uldür. Biri diğerinin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Herkes kendi derdinde değil, aynı zamanda başkalarının da derdine devâ olma gayretindedir. İslâm’ın toplum nizamında “Her koyun kendi bacağından asılır” anlayışına yer yoktur. Zâlim de mazlum da korunur. Ancak zâlimin korunması, onun zulmüne mâni olmak şeklinde gerçekleşirken, mazlûmun muhafazası, üzerinde cereyan eden zulmü kaldırmaktır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler (birbirlerini koruyup kollarlar). İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Sûresi, 71)
Birbirinin velisi olmak, anahtar bir cümle. Düştüğünde elinden tutacak birilerini yanında bulmak, ne güzel bir nimet! Yanlışını düzelten bir dosta sahip olmak, ne büyük bir ikrâm-ı ilâhî! Ayakları kayıp düşmesin diye gözü üzerinizde olan, daha iyi olmanız için size dua eden manevî kardeşlerinizin olması ne muhteşem bir hazine! Yetişme ve gelişme adına ne güzel bir imkân!
Ancak bu âyette bir incelik daha vardır ki o da: Birbirlerinin velisi olacak mü’minlerin belli başlı vasıflara sahip olması gereğidir. Bu vasıflar da şunlardır:
1. Birbirlerine iyiliği emredecek ve kötülük işlemelerine engel olacaklardır.
2. Namazı dosdoğru edâ edeceklerdir.
3. Zekâtlarını vereceklerdir.
4. Allah ve Resûlüne karşı gönülden teslim olup itaatkâr olacaklardır.
İşte bu vasıflara sahip mü’minler, birbirlerini koruma ve kollama noktasında yeterli altyapıya sahip kimselerdir. Bunların beraberliği, birlikte yücelişin sigortası gibidir. Mü’minin mü’mine nazarı, nasihati, duası ve yardımı hiçbir zaman küçük görülmemesi gereken bir eğitim ve gelişim yardımıdır. Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hakikati şöyle beyan eder:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58.)
Rivâyet edildiğine göre Ebu’d-Derdâ Hazretleri bir gün şehri dolaşırken, halkın, bir günahkâra ağır sözlerle hakâret ettiklerine şâhid oldu. Onlara sordu:
“–Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz, onu oradan çıkarmaz mısınız?”
Oradakiler:
“–Evet, çıkarırız!” dediler. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ Hazretleri:
“–O hâlde kardeşinize ağır sözler söylemeyin, size âfiyet veren Allah’a hamd edin!” dedi.
Bunun üzerine onlar:
“–Siz bu günahkâra kızmıyor musunuz?” dediler.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terbiyesinde yetişmiş bulunan güzîde sahâbî, bu suâle şöyle cevap verdi:
“–Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil günâhına kızıyorum, günâhı terk ettiğinde, o yine benim din kardeşimdir.” (Abdürrazzâk, XI, 180; Ebû Nuaym, Hilye, I, 225)
Kur’ân’ı Kerim’de insanın Allah katındaki değer ölçüsü olarak “takvâ” gösterilir. Takvâ, insanın kendisine zarar verecek her çeşit tehlikeden korunup sakınması anlamındadır. Allah’ın gazabına ve azabına maruz bırakacak her çeşit günah ve isyandan sakınmaktır. Diğer taraftan kişiyi Allah’ın rızasına ve muhabbetine erdirecek güzelliklerle buluşması da takvânın muhtevâsı içinde değerlendirilmiştir.
Değerine değer katmak anlamına gelen bu faaliyetlerde, insanın tek başına başarılı olması zordur. Zira görünen görünmeyen tuzaklardan ve düşmanlardan emin olmak, kolay değildir. İşte bu sebepledir ki, bu alanda da müminlerin birbirine destek olması emredilmiştir: “…
(Ey mü’minler!) İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” (Mâide Sûresi, 120)
Mü’min kardeşlerinden uzak duran, onlarla beraberlik gıdasını alamayan kimse, güzellikleri elde etme adına kendini mahrûmiyete mahkûm etmiştir. Aynı duygu ve değerleri paylaşan kimselerin birlikte yol alması, daimî bir motivasyon sebebidir. Uzun yollar, dostlarla kısalır. Mevlânâ –kuddise sirrruh- bu ihtiyacı çarpıcı ifadeleriyle şöyle hatırlatır:
“Yolu gözeterek yalnız başına güzel güzel yürüyüp giden, şüphe yok ki, arkadaşlarla dostlarla daha hoş gider, daha hoş yol alır.
İnsan arkadaşsız kalırsa, pek sıkılır, darlığa düşer.
Kurt, çoğu zaman, sürüden ayrılıp yalnız başına giden kuzucağızı kapar.
Öyle düşünelim ki; sen ihtiyatla hareket ettin de kurt sana rastlamadı, seni kapmadı. Fakat topluluk olmadıkça, o ruhanî neşeyi bulamazsın ki.
Yalnız başına bir yolda neşeli neşeli giden kişinin duyduğu sevinç, dostlarla, arkadaşlarla giderse, yüz misli artar.
Her işi yavaştan alan, hantal tabiatlı eşek bile, dostları ile beraber bulununca neşelenir, çevikleşir, kuvvet bulur.
Kervandan ayrılıp yalnız başına yol almaya kalkışan eşeğe, o yol yüz misli uzar, onu yorar.
O çölü, o ovayı yalnız başına aşıncaya kadar, modullanır, ne kadar sopa yer.
O eşek sana der ki: ‘Bu sözü iyi dinle, eşek değilsen, böyle yalnız başına yola düşme!”
Birbirine neşe veren ve zorluklar karşısında hakkı ve sabrı tavsiye eden kimseler, bu gayretlerinin neticesinde ortak bir sinerjiye erişirler ki bu hal, hepsinin birden kazanmasına ve yükselmesine vesile olur.
Adem Ergül 'ın Yazısı.