Taha Kılınç

İşte, tarihi bütüncül bir bakış açısıyla ve eş zamanlı okumak, bizi bütün bu kıymetleri geniş bir yürekle kucaklamaya ve tarih boyunca kendilerini Müslüman olarak tanımlayan (siyasî anlayışlarına getirilen eleştirilerle, İslâm’ın şanına yakışmayan tutumları ne olursa olsun) bütün toplumları ve devletleri sevmeye götürecektir. Bugün belki de ihtiyacımız olan en önemli şeylerden biri, bu bütüncül ve sevgi dolu bakış açısıdır…

Tarihi eş zamanlı okumayı sevdiğimi her fırsatta tekrarlarım. Bana göre, tarihin herhangi bir diliminde, bir mekânda gerçekleşmiş bir olayı incelerken, başka mekânları da aynı anda gözünün önüne getirebilmek, oralarda nelerin olduğunu da dikkate almak, insanın bakışını derinleştiren, okumalarını bereketlendiren bir eylemdir. Tek boyutlu ve tek yönlü düşünenlerse, mutlaka bir şeyleri gözden kaçırırlar. Ben böyle inanırım.

Örneğin İstanbul’un 1453’ün Mayıs ayında kuşatılışına ve akabinde fethine odaklanan bir bakış, eğer aynı zamanda başka coğrafyalarda neler olduğuyla alakalı araştırmalar yapmazsa, tarihi anlayışını sadece Osmanlı merkezli kurar. Böylece dünyada sanki o anda sadece Osmanlı ve Bizans olmak üzere iki güç varmış da, zaman ve mekân onların üzerine bina edilmiş gibi dar bir bakış geliştirir.

Oysa Mısır’da Memluklar gibi güçlü bir İslâm devleti, Doğunun birçok yerinde yerel hükümranlıklar bulunmaktadır ve o an için, belki de İstanbul’un fethedilmiş olması, küçük bir konjonktürel değişimden ibarettir onlara göre. Ve –daha önce bir vesileyle dile getirdiğim gibi- Osmanlıların İstanbul’u almış olması, Memluk tarihçileri açısından küçük bir dipnotken, onlar Memluk ordularının zaferlerini “Dünyayı etkileyen fetih” kaydıyla tarihe geçirmekle meşguldüler.

* * *

Tarihi eş zamanlı okumak, bizi, ‘kahraman’ ve ‘hain’ sıfatlarını kullanırken daha ekonomik davranmaya iteceği gibi, aynı zamanda, Müslümanların tarih boyunca kazandıkları zaferlere daha bütüncül ve kapsayıcı bakmamızı da sağlar.

Öyle ya, Osmanlıların Bizans’ı tarihe gömüp İstanbul’u almalarını alkışlarken, Memlukların Moğolları dize getirip İslâm coğrafyasını daha feci yıkımlardan kurtarmalarını neden görmezden gelelim?

Ya da Sinan’ın abidelerine bakıp gözlerimiz kamaşırken, neden Selçukluların Konya’da kurdukları abidelere mesafeli duralım?

Veya Timur karşısında Yıldırım Bâyezid’i tutmaya kendimizi adeta mecbur hissedip, neden Timur’un ahfâdının Orta Asya’daki hizmetlerine duyarsız kalalım?

Haksız mıyım:

Onları tarihte birbirine rakip ve hatta hasım kılan güncel siyasî şartları bir yana bırakıp, hepsini kucaklamak, tarihe illa taraf tutarak değil, bir kültürel miras mantığıyla toptan sahip çıkarak, üretilen her şeye kısaca ve öz olarak ‘bizim’ demek, en güzel bakış biçimi değil mi?

* * *

Askerlik görevim dolayısıyla Aralık ayından bu yana Bitlis ve çevresindeydim. Son derece rahat bir askerlik yapmış olmamdan dolayı, bölgenin tarihî ve kültürel zenginliklerini gezmek, fotoğraflamak, üzerlerine bereketli okumalar yapmak imkânı buldum.

Gördüklerim, genellikle koyu kahverengi tonda, kubbe yerine sivri konik çatılarla kapatılmış abidelerdi. Camiler de, türbeler de, kümbetler de böyleydi. Artuklu ve Selçuklu mimarisinin klâsik eserlerini incelerken, aklımda hep yukarıda anlattığım ilke vardı. Her bir eserin önünde huşuyla el bağlarken, inşa tarihine özellikle dikkat ettim ve o anda İslâm coğrafyasının neresinde nelerin olduğunu gözlerimin önüne getirmeye çalıştım.

Örneğin, Bitlis çayının kenarında kurulan, bugün bile -onca aymazlık ve ihmal içinde olmasına rağmen- güzelliğinden pek bir şey kaybetmeyen Şerefiye Külliyesi’ni gezerken, ilk zihnime kazıdığım şey, eserin inşa tarihiydi: 1529. Bitlis’in hanlarından IV. Şerefhan tarafından yaptırılmış burası. Demek ki Şerefiye inşa edilirken, Sinan da kariyerinin doruklarına doğru tırmanıyor usul usul… Sultan Süleyman, Viyana kuşatmasıyla meşgul… İran’da Şah I. Tahmasp, birkaç yıl önce çıktığı tahtını sağlamlaştırma derdinde…

Hindistan’da kurduğu devletinin sınırlarını Bengal’e kadar genişleten Sultan Bâbür’ün, başkent Agra’da vefatına daha bir yıl var…

Bir örnek daha:

Diyarbakır’ın Silvan ilçesi ile Batman arasında yer alan Malabâdî köprüsüne bakarak çaylarımızı yudumlarken, 1145 yılındaki inşa hikâyesini düşünüyordum bu harika eserin. Artuklu hükümdarı Timurtaş bin İlgazi’nin yapım emrini verdiği sıralarda, Musul Atabeyi Zengi Urfa’yı ele geçirip, şehirdeki Haçlı kontluğunu tarihten silmekte… Aynı yıl, meşhur Sûfî Necmuddin Kübrâ’nın doğum yılıdır… Fas’ta Muvahhidler, Murâbıtların kurdukları devleti ortadan kaldırmaktalar… Saltuklu hâkimiyeti altındaki Erzurum, şiddetli bir depremle yerle bir…

* * *

İşte, tarihi bütüncül bir bakış açısıyla ve eş zamanlı okumak, bizi bütün bu kıymetleri geniş bir yürekle kucaklamaya ve tarih boyunca kendilerini Müslüman olarak tanımlayan (siyasî anlayışlarına getirilen eleştirilerle, İslâm’ın şanına yakışmayan tutumları ne olursa olsun) bütün toplumları ve devletleri sevmeye götürecektir.

Bugün belki de ihtiyacımız olan en önemli şeylerden biri, bu bütüncül ve sevgi dolu bakış açısıdır…


GENÇ'ın Yazısı.