İbrahim Refik

Mehmed Paşa bir gün dostlarıyla çadırda sohbet ederken dışarıda bir öküz böğürür. Bu sesi işitenlerin yüzünde müstehzi bir tebessüm belirir. Bunu farkeden Paşa’nın kendisi de tebessüm ederek, “Bana sesleniyor ve kendi cinsinin gayri eşekler ile ne diye görüşüp halleşiyorsun diyor!” deyiverir.

Devlet-i Aliyye’nin önemli Sadrazamlarından Mehmed Paşa, tarihi meçhul bir zaman diliminde İstanbul’da dünyaya gözlerini açar. Aslen Ulukışlalı olan ve Karagümrük’te öküz nalbantlığı yapan Ali ustanın oğludur.

Asıl lakabı “Oğuz” olmasına rağmen eski yazıdaki kef ve kaf harflerinin karıştırılmasından dolayı muhalifleri onu babasının mesleğinden mülhem “Öküz” Mehmed Paşa diye anarlar. Bu lakap meselesiyle ilgili diğer bir rivayete göre ise de, Paşa kendi adına bir cami yaptırırken taş taşıyan arabanın öküzünün birinin sakatlanmasıyla hayvanın yerine girip arabayı çekmesinden dolayı bu lakap takılmıştır ve Mehmed Paşa bundan dolayı bu lakapla anılmaktan gocunmaz, hatta şeref duyar. Paşanın diğer lakapları da “kara” ve “damat”tır.

Bu mübarek hayvanın Paşamıza lakap olmasıyla ilgili şöyle hadise anlatılır ki; Mehmed Paşa bir gün dostlarıyla çadırda sohbet ederken dışarıda bir öküz böğürür. Bu sesi işitenlerin yüzünde müstehzi bir tebessüm belirir. Bunu farkeden Paşa’nın kendisi de tebessüm ederek, “Bana sesleniyor ve kendi cinsinin gayri eşekler ile ne diye görüşüp halleşiyorsun diyor!” deyiverir. Az evvel gülenlerin yüzlerinin mahcubiyetten ne renge dönüştüğünü tahmin edersiniz.

BİR NALBANT ÇOCUĞU BAŞBAKAN OLUYOR

Osmanlı Devleti’ni dönemin diğer devletlerinden ayıran temel özelliklerden biri de soylu sınıfın olmayışı, daha doğrusu ortadan kaldırılmış olmasıdır. Böyle bir devlette herhangi bir makamda yükselmeyi sağlayan temel kriter de haliyle asalet değil, liyakat olmaktadır.

İşte Ulukışlalı Ali ustanın oğlu Mehmed de, daha küçük yaşta zekası ve yeteneği ile insan sarraflarının dikkatini çeker ve eğitilip kabiliyetlerinin çiçek açması için 1567’de Enderun’a alınır. Bu saray üniversitesinde ciddi bir eğitimden geçerek kendini yetiştiren bu nalbant çocuğu, İç Kiler Kethüdarlığı`ndan Silahtarlığa kadar birçok kademede rüştünü ispatlar ve yavaş yavaş ikbal basamaklarını zirveye doğru tırmanır.

Dönem, Sultan Birinci Ahmed dönemidir. Zengin ve verimli topraklarıyla Mısır Beylerbeyliği, Osmanlı Devleti’nin en önemli gelir ve vergi kaynağıdır. O yüzden devair-i devletten birçokları, kısa zamanda servete kavuşabilmek için bu Hz. Yusuf’un bereketli topraklarına tayinini ister, onun için kulis yapar. Fakat Padişah böylesi stratejik bir beldeye, birçoklarının itirazına ve homurdanmalarına rağmen, ahlakına ve idare kabiliyetine güvendiği Mehmed Paşa’yı tayin eder. Tarihçilerin “edib-i vakur, vezir-i sahip-şuur” diyerek bahsettiği bu yakışıklı delikanlı Mısır Beylerbeyliği gibi zor bir göreve getirildiğinde henüz 27 yaşındadır ve tarihler 1607 nisanını göstermektedir.

AYAK BASTI PARASI

Paşa vezir payesiyle İskenderiye’ye ayak basıp makamına oturur oturmaz Mısır’ın ileri gelenleri grup grup tebrik ziyaretine başlarlar. İlk gelenler arasında adına “keşşaf” denilen mal tahsil memuru dikkati çeker. Ekabir tanışma faslından sonra el öpüp huzurdan çıkarken bu vergi tahsildarı odaya büyükçe bir sandık bırakır.

Paşa sorar:

-Ne var bu sandıkta?

Keşşaf, başı önde cevap verir:

-Yüz bin altın Paşa Hazretleri!..

Mesele anlaşılmıştır. Mısır’ın o haddi hesaba gelmeyen hazinesini toplayanlar, işleyen çarka taş koymaması için Paşa’ya cömertçe ikramda bulunmuşlardır.

Yıllardır dönen çarka göre, Mısır’a tayin edilen valiler, oraya ayak bastıkları zaman bu keşşaflardan derece ve kudretlerine göre keşufiye adı altında yüklü miktar altın alırlar, böylece de o zamana kadar yaptıkları vergi tahsildarlığı görevini garanti altına alıp devamını sağlarlar. Tabii valiye verdikleri yüklü meblağın kat kat fazlasını da halkın sırtından tahsil ederler.

İşte Kara Mehmet Paşa, kendisine teklif edilen bu başdöndürücü serveti büyük bir namusluluk örneği göstererek elinin tersiyle iter ve salonu zangırdatan bir dehşetle bağırır:

-Bre reziller, bre Allah’tan kormazlar, bre vicdansızlar!.. Sizde hiç mi ahlak kalmamıştır? Defolun!.. Hepinizi görevden aldım!..

Sonra, İstanbul’dan beraberinde getirdiği Hasan Çavuş’u çağırır ve emreder:

-Bu altınları hazineye irad kaydedin ve payitahta gönderin. Bu rezilleri de yakalayıp bir daha dönmemecesine sürün!

FATİH-İ SANİ

Mehmed Paşa derhal işe girişir, halkın yıllardır belini büken ve onlardan çeşitli adlar altında toplanan vergileri teker teker kaldırır. Zaman içinde gelir gideri yoluna koyar. Yaptığı ıslahatlarla ve adil düzenlemelerle halkın gönlünü kazanıp, Nil beldesini huzura kavuşturur.

Yıllardır halka zulmederek iyice semizlenen askerî ocaklar, arpalıklarının kesilmesi üzerine ayaklanırlar. Mehmed Paşa bu ayaklanmaları da büyük bir dirayetle bastırır, hepsini tek tek tepeleyerek memlekette emniyet ve asayişi temin eder. Dört buçuk yıl “istiklâl üzre” sürdürdüğü Mısır Beylerbeyliği döneminde önemli imar faaliyetlerinde bulunarak Mısır’a altın çağını yaşatır. Bundan dolayı Kara Mehmed Paşa, devrin kaynaklarında Yavuz Sultan Selim’den sonra “İkinci Mısır Fatihi” olarak adlandırılır. Meşhur Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün “küfr ile dünya durur, zulm ile durmaz” dediği gibi Mehmed Paşa, zulmü durdurmanın yegâne yolu adaleti tesis ederek kalpleri fethedip Mısır Fatihi olmuştur.

ÖKÜZ MEHMET PAŞA, OLDU DAMAT MEHMET PAŞA

Bu ahlak âbidesi devlet adamının Mısır’daki yüz ağartan başarılı çalışmaları gözlerden kaçmaz ve Sultan’ın dikkatini çekip takdirini kazanır. Çok geçmeden de Padişahtan davet alan Mehmed Paşa, derhal İstanbul’a çağrılır.

Tarihler 1612’yi gösterdiğinde Ulukışlalı bu yiğit adam, dürüstülüğü, dirayeti ve liyakatinin karşılığı olarak Sultan Birinci Ahmed’e damat olma saadetine erer. Sultan, sevgili kızı Gevher Han Sultan`ı görkemli bir düğünle Mehmed Paşa ile evlendirir. Artık o bundan sonra “Damat Mehmet Paşa” adıyla anılacaktır.

Mehmed Paşa aynı yıl Halil Paşa`nın yerine Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryalığına getirilir. Padişahın beş aylığına Edirne’ye gitmesi üzerine en güvenilir kimse olarak İstanbul muhafızlığı vazifesini hakkıyla ifa eder. Padişahın İstanbul’a dönmesiyle de hemen deryaya açılır. Çünkü Malta ve Floransa gemileri sahillerimize tecavüz etmiş ve Ağa Limanı’na saldırmışlardır. Paşa Kıbrıs, Trablusşam, Sayda ve Beyrut civarlarında Osmanlı sahillerinin güvenliğini sağladığı gibi, göndermesi gereken vergiyi göndermeyip isyan eden Ma’noğlu Fahreddin ile temas kurup onu dize getirir.

Kara Mehmed Paşa, 1614 yılında da Nasuh Paşa`nın yerine Sadrazam "Veziri Azam" olur. Üzerine aldığı oldukça ağır ve önemli vazifeyi hakkıyla yerine getirme gayreti içinde yıllarca devletine hizmet eden Mehmed Paşa’nın, Sultan Birinci Ahmed’in vefatıyla tahili dönmeye başlar.

İKBALDEN İDBARA

Oğlu İkinci (Genç) Osman’ın Padişah olmasıyla Sadaret Kaymakamlığına atanan Mehmed Paşa, İran seferinde başarılı olamayan Halil Paşa’nın yerine ikinci kez Sadrazamlığa getirilir (Ocak 1619).

Bir ara Kaptan-ı Derya Güzelce Ali Paşa ile anlaşmazlığa düşer. O Ali Paşa ki, hased illetine müpteladır ve Mehmed Paşa’nın oturduğu Sadrazamlık makamı hayallerini süslemektedir. Bu entrikacı tip sonunda genç Padişah’ı ikna etmeyi başarır ve Mehmed Paşa’yı görevinden aldırıp kendisinin atanmasını sağlar (23 Aralık 1619).

İçindeki kötülük ateşi hâlâ sönmeyen Ali Paşa, bununla da kalmaz ve onu Halep Beylerbeyliği vazifesi ile İstanbul’dan uzaklaştırır. Evet, ne acı gerçektir ki Mehmed Paşa sadakatinin, namus ve faziletinin azizliğine uğramıştır.

Evet Mehmed Paşa Halep’e tayin edilmesine edilir de, yeni sadrazam bununla da tatmin olmaz ve o namus âbidesi selefinin bütün malını mülkünü zaptettirir. Ve Mehmed Paşa, yine tarihçilerin deyimiyle “uryan-ü nalân” (meteliksiz ve inleyerek) Halep’e doğru çarnâçar yola çıkar.

Paşa, büyük maddî ve ruhî sıkıntılar içinde hasta olarak geçirdiği birbuçuk yıllık Halep Beylerbeyliği sırasında kendisine yapılan alçaklığa daha fazla tahammül edemeyerek Halep’te vefat eder.

Nâşını yıkayanlar, Paşa’nın son servetine tanık olurlar, o da: “Boynunda eşi Gevher Sultan’ın nikahlandıkları gün kendisine hediye ettiği bir altın sikke”den ibarettir. Evet, hepsi hepsi bu kadar...

Nesli günümüze kadar devam eden, öldüğü zaman Ali ve Ayşe adında iki çocuğu bulunan bu Mevlevî Paşa, Osmanlı tarihinin en buhranlı döneminde önemli görevler üstlenmiş ve devrin kaynaklarında vakarı, haşmeti, saygınlığı, cesareti, inceliği, cömertliği ve hayırseverliği ile anılarak tarihteki yerini almıştır.

Sağlığında yaptırdığı Şeyh Ebubekir Zaviyesi civarındaki türbesine gömülen bu güzel insana Allah’tan rahmet diliyoruz.

İnişleriyle, çıkışlarıyla, aklarıyla karalarıyla, Ebubekirleriyle Ebucehilleriyle bağrında herşeyi ve herkesi barındıran ihtiyar tarih, bakıp da görebilenler için Kara Mehmed Paşa’nın şahsında bize önemli hayat dersleri ve ibret mesajları sunuyor. O ne bahtiyarlık ki, bunu idrak edebilenlere...


GENÇ'ın Yazısı.