Kim Bilir...
Yusuf Deren
Onlar tuhaf bir nesildi. Geçmişi inkâr üzerine kurulan bir cumhuriyetin, tarih bilincinden yoksun bireyleriydiler. 1923’ten öncesini yok sayarak yapılan tarih yazıcılığına itiraz etmeyen, itiraz şöyle dursun birçok dayatmayı nass olarak belleyen ve belleten bireyler… İşin acıklı tarafı, bu söylediklerim üzerinde herhangi bir fikirlerinin de olmamasıydı.
İlkokulu sosyal demokratların ağırlıklı olduğu bir ilçede ve öğretmenlerinin neredeyse tamamı o zamanlar “solcu” dediğimiz (ama şimdilerde büsbütün ulusalcı diyebileceğimiz) insanlardan oluşan bir okulda okudum. Sınıfta köyden gelen birkaç öğrenci hariç annesi başörtülü olan sadece ben vardım. (Gerçi şimdilerde, onların annesinin ‘başörtülü’, benimkinin ise ‘türbanlı!’ olduğunu öğrenmiş bulunuyorum!) Hal böyle olunca, yani sadece benim annem başörtülü olunca, sanki bir anomali gibi gelirdi bana bu durum. Veli toplantılarına annemin değil de babamın gelmesini isterdim. Babamın işi varsa ve annem geldiyse o gün, tuhaf bir tedirginlik yaşardım. Annemin başındaki örtüden utanç değil de gurur duymam için yılların geçmesi gerekecekti.
Okuldaki öğretmenler nazik insanlardı ve Cumhuriyet okurlardı. Tek parti ideolojisiyle yoğrulmuş, halkevleri ve köy enstitüleri efsanesiyle büyü/tül/müş, aydınlanmayı ve terakkiyi halkın dini değerlerinden uzaklaşması olarak gören kişilerdi bunlar. Ve aslında onların bu medeni ve kibar halleri kendi ideolojilerinin iktidarda olması, “cahil” dedikleri insanların henüz Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık gibi makamlara talip olmamalarından kaynaklanıyordu. Seneler sonra onların ne kadar ‘saygılı’, ne kadar ‘tahammüllü’ insanlar olduklarını görecektim. Nasıl ağızlarından tükürükler saçarak bu ülkenin başbakanına, cumhurbaşkanına hakaret ettiklerini, bu ülke insanını nasıl aşağılamaya çalıştıklarına, İslâm’ın peygamberinden kahvedeki vatandaştan bahseder gibi özensiz ve alaycı üsluplarla bahsettiklerine şahit olacak ve gerçek yüzlerini, biraz geç de olsa, fark edecektim.
***
Onlar tuhaf bir nesildi. Geçmişi inkâr üzerine kurulan bir cumhuriyetin, tarih bilincinden yoksun bireyleriydiler. 1923’ten öncesini yok sayarak yapılan tarih yazıcılığına itiraz etmeyen, itiraz şöyle dursun birçok dayatmayı nass olarak belleyen ve belleten bireyler… İşin acıklı tarafı, bu söylediklerim üzerinde herhangi bir fikirlerinin de olmamasıydı. Dar aile çevrelerinde gördükleri şekilde yaşıyorlar, babalarının elinde gördükleri yayınları okuyorlar, vakit gelince de ölüp gidiyorlardı işte…
***
İlkokul öğretmenim de bunlardan biriydi. Son derece görgülü, kibar bir kadındı aslında. Onunki, sırıtan, rahatsız eden bir kibarlık değildi. Tavırlarındaki nezaketin, içine sinmiş olduğu belliydi. Ancak ideolojik körlük onu da esareti altına almıştı. O zamanlar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın’dı. Hocamız her fırsatta bize Ankara’nın ne kadar yaşanılası bir yer olduğunu anlatır dururdu. Anlattığına göre Ankara büyük şehirdi, parklarıyla bahçeleriyle insanın kendini iyi hissedeceği güzel şehirlerden biriydi.
Hâlbuki o yıllarda Ankara’da pislikten, hava kirliliğinden göz gözü görmüyordu. Sonradan ortaya dökülecek olan yolsuzluk olayları da cabasıydı. (O zamanların Ankara’sına dair bir anekdot: Ayvalı taraflarında bir genç kız otobüs beklemektedir. Oturdukları mahalleden çok sık otobüs geçmemektedir. Uzun zaman bekledikten sonra, nihayet bir otobüs görünür. Ancak otobüs durmaz. Bir tane daha, bir tane daha… Hiçbir otobüs onu almaz. Birkaç saat durakta bekleyen kız, sonunda ümidini keser ve evine döner. Suçunun ne olduğunu ise, çok sonra, benzer olayları yaşayan arkadaşlarıyla konuşunca anlayacaktır: Başörtülüdür!) Ama “bizden olsun çamurdan olsun” duygusuyla hocamız, salladıkça sallıyordu.
***
Geçen yaz memlekete gittiğimde gördüm onu son olarak. Sırtında hırkasıyla akşam yürüyüşüne çıkmıştı. Belki de onun gibi düşünen her insanın hayali buydu enikonu: Bir Akdeniz sahil kasabasında emeklilik günlerini geçirmek… Akşamüstü yürüyüşlerine çıkmak… Torunlarına ‘laik bir cumhuriyet’in sevdasını (Pardon, daha öztürkçe bir kelime bulalım: ereğini!) aşılamak için, gazetelerden kesilmiş sararmış kupürler okumak… Kim bilir…
GENÇ'ın Yazısı.